“28 Şubat dindarlığı frenlemek için değildi, AKP iktidarını hazırlayıcı evrelerden biriydi”

Yazar Dücane Cündioğlu: "Ben öteden beri 28 Şubat'ın AK Parti iktidarının hazırlayıcı evrelerinden olduğunu düşünürüm. Bunu daha önceleri de dile getirmiştim. 28 Şubat dindarlığı frenlemek için değil, dindarlığı suç olmaktan çıkarmak için atılmış bir adımdı."

KRONOS 03 Haziran 2024 GÜNDEM

Cumhurbaşkanı ve AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan (FOTOĞRAF: OZAN KÖSE / AFP)

Eski İslamcı yazar Dücane Cündioğlu, “Ben öteden beri 28 Şubat’ın AK Parti iktidarının hazırlayıcı evrelerinden olduğunu düşünürüm. Bunu daha önceleri de dile getirmiştim. 28 Şubat dindarlığı frenlemek için değil, dindarlığı suç olmaktan çıkarmak için atılmış bir adımdı. Dindarları en zayıf ve en hassas taraflarından, kız çocuklarından vurdular. Ve işte o zaman bütün ülke kaybetti ve iş bugünlere geldi” dedi.

T24‘ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtlayan Dücane Cündioğlu, siyasal İslam, dindarlık, muhafazakarlık, AKP ve 28 Şubat’a ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Dücane Cündioğlu’na yöneltilen sorular ve yanıtlardan öne çıkanlar şöyle:

“Oysa bir siyasal tanımlama olarak muhafazakârlık, İslamcılığın AK Partilileştirilmesi sürecinde icat edilmiş bir sözcüktü, tarihi çeyrek yüzyılı geçmez. Bizim halkımız muhafazakâr bir halktır. Bu da döner gelir çağdaşlaşma sorununa yaslanır. İşte biz ancak bu kadarını konuşabiliriz. Bu kez ben size sorayım; Kemalistler sizce muhafazakâr mıdır?

-Çok muhafazakârdır bence ama bunu onlarla tartışamam. Siyaset bilimi perspektifinden incelendiğinde CHP de son döneme kadar tam bir muhafazakâr siyasi ekol, buradan bir yere evrilebilecek mi göreceğiz.

Bu durumda Kemalistlere ya da CHP’ye muhafazakâr denildiğinde zihninizde ‘mutaassıb’ sözcüğü çınlamıyor mu?

Benim zihnimde öyle çınlamıyor ama Türkiye kamuoyunun ana akımı bu konuştuğumuz şeyi hangi perspektifle konuştuğumuzu anlamadığı için şimdi bizi çıtır çıtır yer. Siyasi muhafazakârlıkla dini muhafazakârlığın bambaşka şeyler olduğunu anlatmak için bir söyleşi yetmeyecektir, biz senelerce okul okuduk. Biz sizin AKP ile Türk siyasi jargonuna girdiğini söylediğiniz ‘muhafazakârlık’ kavramına dönelim.

‘Muhafazakâr siyaset’ tanımını kronolojik olarak çeyrek yüzyıldan ötesine götüremezsiniz. Menderes, Demirel, Özal dönemlerini böyle açıklayamazsınız. Muhafazakâr siyaset tanımı orada işlevini yitirir. AK Parti’den önce muhafazakâr siyaset tanımı çalışmaz. Bir toplumsal kategori olarak dindarlar ya da muhafazakârlar diyebilirsiniz. Ama muhafazakâr siyaset olmaz, muhafazakâr halk olur.

Aslında şunu söylüyorsunuz; Adalet Kalkınma Partisi’ne ‘İslamcı’ dememek için ‘muhafazakâr’ denildi. Doğru mu anlıyorum?

Evet, tam olarak öyle. Muhafazakâr dediler, İslamcı dememek için. Mesela ‘dinci’ kelimesinde bir suçlama, bir aşağılama anlamı var. Dindar kelimesinde ‘dinibütün’ manası var. Her muhafazakârın ‘dinibütün’ olması da gerekmiyor zaten. Cuma namazına da gider, akşam içkisini de içer, rakısını da içer. Zaten Türkiye’de AK Parti’den önce ‘sağcı’ olarak tanımlanan politik alan buydu.

Peki o suni olarak üretildiğini düşündüğünüz ‘muhafazakâr’ zırhını sıyırınca size göre AKP hangi siyasetin temsilcisidir? İslamcı mıdır?

İslamcı demiyorum ben, dindar diyorum. Dindar sözcüğünü de ‘dinibütün’ manasında kullanmıyorum. Muhafazakâr, sağcı anlamında kullanıyorum. Zaten Türkiye’de dini referans göstermeksizin hiçbir şeyi tanımlayamazsınız. Kendinizi kandırmış olursunuz. Millet kelimesine dair bir örnek vereyim konudan sapmak pahasına. Milliyetçilik kelimesinin Fransızcısı ‘nation’dur. Peki oradan bakınca Rum milleti, Ermeni milleti, İslam milleti ne oluyor?

Şimdi bir kez daha muhafazakâr siyaset kavramının AKP ile birlikte Türkiye’ye sokulması meselesine dönmek istiyorum. Bu söylediğiniz ile AKP’nin merkeze taşınması arasında illiyet bağı var değil mi?

Evet, dindarlar ilk kez bir kitle partisi ile merkeze taşındı. Refah Partisi bir kitle partisi değildi, merkez parti haline de gelemedi. Ama AK Parti merkez için yaratılmış, icat edilmiş bir partiydi. Yani o güne kadar İslamcılar devletin içinde değillerdi. Kürtler, İslamcılar ve Komünistler hep kırmızı çizgisiydi devletin. AK Parti ile birlikte dindarlar devlete taşındı. Bunu muhafazakârlık üzerinden yaptılar. Muhafazakarlık, Türkiye dindarlığının merkeze taşınması amacıyla 2000’lerin başında kullanılan bir kavramsal aparattır.

İslamcı’ denebilen her kişi, kesin olarak ‘siyasal İslamcı’ mıdır? Siyasal İslamcı olmayan İslamcı olmaz mı?

Olmaz.

Mesela Tayyip Erdoğan sıkıştığında diyor ki; “Ben dindar bir adamım ama laik bir ülkeyi yönetiyorum.” Bu, olamaz mı mesela? Bir siyasetçi İslamcıysa, nihai hedefi illa ki bir İslam devleti yönetmek midir?

Bu konuda “nas” var!

Artık vazgeçti ama.

Halkın da anası ağladı bu süreçte.

Orası onun gerçek siyasal İslamcı damarının kabardığı yerdi, öyle mi?

Din dediğimiz şey daima ‘olması gereken’le koşullanır, ‘olan’la değil. Olan eleştirilebilir, yadsınabilir, peki ya olması gereken? Ne kanıtlanabilir ne de çürütülebilir. Dinde bir cennet vardır, bir cehennem vardır. Dine inanmak aynı zamanda öte dünyaya inanmaktır. Ahirete inanmadan, cennete, cehenneme inanmadan dindar olunabilir mi? Bu cennet, cehennem öte dünyada da olmalı, bu dünyada da olmalı. Dolayısıyla İslamcılık esas itibariyle cenneti, cehennemi bu dünyada kurma arzusudur. Onlardan yana olanlar cennette, olmayanlar cehennemde yaşamak zorundadırlar. Siyasetin arafta kalanları ikna etme sanatına dönüştüğü yer de burasıdır.

Bu söylediklerinizi doğru kabul edersek, AKP’nin bugünkü ahvaline bakarak şu yorum yapılabilir mi; eğer Erdoğan hayal ettiği gibi kalsa ya da o politikada ısrar etse iktidarda kalamazdı?

Hiçbir şey yalnızca görünüşlerden hareketle kavranamaz. Dinin ütopik bir yanı olması hem en büyük gücüdür hem en büyük zaafı. Tıpkı Mehdi’yi beklemek gibi. İran Devleti’ni ayakta tutan en temel inanç nedir? Mehdiyettir, Mehdi’nin, yani bir kurtarıcının geleceğine duyulan sarsılmaz inançtır. 14 Mayıs 1948’de İsrail nasıl kuruldu sanıyorsunuz?

Türkiye’deki dindarlar AKP siyasetinde mutlaka ki önemli ışık gördüler. 22 senelik iktidar net bir sonuç. Türkiye’nin dindarları, gelinen noktada Erdoğan’da ve AKP’de bu ışığı görmeye devam ediyorlar mı? Yoksa bu hikâyenin sonuna mı gelindi?

Adil olmak gerekirse, AK Parti’yi iki dönemde incelemek lazım. İlk 10 yılda vaat ettikleri, kullandıkları dil, iş tuttukları insanlar, vs. İşin başında daha demokratik bir görünüm verdiler; daha liberal, daha kapsayıcı, daha özgürlükçü. Sanırım bu gerçek yadsınamaz. Alnı secde gören insanlar niye belediye başkanı olamasın, niçin milletvekili olamasın? Dindarlık niye suç olsun? AK Parti’nin dindarlığı suç olmaktan çıkarma gibi bir işlevi vardı. Ve bunu gerçekleştirdi. Artık kamuda başörtülü kadınlar görev alıyor. Burada 28 Şubat’ta yaşananlar anımsanmalı. Ben öteden beri 28 Şubat’ın AK Parti iktidarının hazırlayıcı evrelerinden olduğunu düşünürüm. Bunu daha önceleri de dile getirmiştim. 28 Şubat dindarlığı frenlemek için değil, dindarlığı suç olmaktan çıkarmak için atılmış bir adımdı. Dindarları en zayıf ve en hassas taraflarından, kız çocuklarından vurdular. Ve işte o zaman bütün ülke kaybetti ve iş bugünlere geldi.

Askerler arasında bu yolun nereye gideceğini öngören bir grup vardı. Bu nedenle şiddet göstermekten çekinmediler. Bazıları da kendilerinden asıl istenenin bu olduğunu öngörememiş olabilirler. Her neyse, sonuçta akıllarıyla değil, içgüdüleriyle hareket ettiler ve olan oldu. Ergenekon, Balyoz davaları derken, sonrasında Türkiye bambaşka bir evreye geçti.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com