Ebedi Mülteci
Şair Bülent Parlak, ‘Bir gün pişman olmak için sıraya gireceğiz’* demişti bir şiirinde. Tam da o günlerdeyiz. Ne tarafa dönsem pişmanlık dumanları yükseliyor. Sırf ‘cemaat düşmanlığı’ nedeniyle olan bitene ses çıkarmayan, 15 Temmuz’u fırsat bilip eteğindeki taşları döken herkes, -bu herkesler genelde kendilerine İslamcı diyenler oluyor- yavaş yavaş pişmanlık ve helallik sırasına girmeye başladı. Bir yıldır arayıp sormayan dost bildiğim arkadaşlar, halimi merak edip iletişim kurmaya çalışıyor. Biri mesajında şöyle yazmış: ‘İyi misin, sadece bunu merak ediyorum.’ Artık tüm meraklarınız için çok geç…
Duyduğuma göre AKP’li edebiyatçılar, sanatçılar ve yazarlar da kendi aralarında Türkiye’de masum insanlara yapılan zulümleri eleştiriyor, doğru bulmuyorlarmış. Vicdanınızı böyle mi rahatlatıyorsunuz? Azıcık insanlığınız kaldıysa yüksek sesle söyleyin ne söyleyecekseniz… Başkalarını bilmiyorum ama ben henüz kimseyi affetmeye, yaşatılanları ve yapılanları unutmaya hazır değilim. Belki zamanla… İçim hâlâ kanıyor. Hele şu ‘terörist’ damgasını asla unutmayacağım.
Ben bu süreçte ne hapse girdim, ne hakkımda herhangi bir gözaltı kararı vardı. Çalıştığım kurum kapatıldığı için işimi kaybettim sadece. Sonra da Türkiye’den ayrılmaya karar verdim. İş zaten benim için çok önemli değildi. Hayatımda ilk defa iş kaybetmiyordum. Nasıl olsa Allah başka bir şey nasip ederdi, etti de… Hamd olsun. Yani dışarıdan bakanlar için halime şükretmem lazım (Şükrediyorum, bu ayrı bir mesele). Oysa içimde fırtınalar koptu, hâlâ her taraf darma duman, toparlanamıyorum bir türlü, biraz toplandım sanıyorum, yine dağılıyorum.
KHK yüzünden işinden olan ve birkaç gün önce intihar eden Sevgi Hemşire’nin yakınları ve dostları da helallik istemek için eşine geliyormuş. Adamcağız diyor ki, ‘Helallik isteyenlere mezarını gösteriyorum’. Ben bu cümleyi duyacağıma ölmeyi tercih ederdim. Acaba onlar ne yaptılar? Ömrünüz boyunca bu sözlerin ağırlığını üzerinizden atamayacaksınız. Ömrünüz boyunca bu vebali taşıyacaksınız. Son pişmanlık fayda etmez dedikleri, böyle bir şey işte.
Bu arada, ben kim miyim; ben kısaca ebedi mülteci. Adım sanım, ne iş yaptığım önemli değil. Bu dünyadaki yolculuğun, bir ebedi mültecilik hikayesi olduğuna inanıyorum. Geldim ve gideceğim. Zaten, Allah ikisi arasında yaptıklarımız ve yapacaklarımız ile ilgileniyor. Bir yere konmak, yerleşmek fikri artık bana çok uzak. Ne bir banka hesabı açtırmak, ne eşya alıp şıkır şıkır evler düzenlemek… tüm bunlar ruhuma ağır geliyor. Zaten eşyaya anlam yükleyerek yaşayan bir değildim. İki valize sığdırdım hayatımı. Son kirasını da ödediğim evi kilitledim, anahtarı kardeşime teslim ettim. ‘Dönmezsem evi sen boşaltırsın’ diyebildim sadece. Öyle de oldu. İlk durağım Belçika. Bakalım bundan sonra neresi nasip…
Bülent Parlak, Boşnak şair Risto Trifkoviç’i ve onun Sırplar tarafından işkence gördüğü Goli Otok kampını konu ettiği ‘Tufanım Var, İkizim Yok’ adlı şiirini, ‘dünya bizi nasıl kırdıysa öyle de gönlümüzü almamayı bildiği yerdir’ diye bitiriyor. Madem Dünya da gönlümüzü almıyor, o zaman en iyisi izin alıp gitmek… Her yerden, herkesten, her şeyden…
* Tufanım Var, İkizim Yok
bir gün pişman olmak için sıraya gireceğiz
işte o gün
başımdan hiçbir şey geçmemiş günlerin hatıra diye
kabul edilmesini isterken Risto Trifkoviç’ten
anlatsam
yarısında izin alıp gideceğiniz bir hikayedir burası
burası
dünya bizi nasıl kırdıysa öyle de gönlümüzü almamayı bildiği
yerdir