‘BM’nin Çenteli Kararı tutuklu binlerce asker için bir mihenk taşıdır’

BM Haksız Tutuklamalar Çalışma Grubunun “Cihangir Çenteli” kararı bir mihenk taşıdır ve Çenteli ile aynı hukuki statüde olan binlerce askeri yakından ilgilendirmektedir. Çünkü en ağır cezalara çarptırılan o askerlerin tamamının temel insan hakları ihlal edildi ve aynı mağduriyetler yaşatıldı.

SELAMİ ER 13 Mart 2024 GÖRÜŞ

Bir yargılama düşünün ki; usulüne uygun bir yakalama kararı olmadan, yetkisiz kişiler tarafından, kanunla öngörülen sürenin çok üzerinde gözaltında tutularak ve üstelik hakkınızdaki suçlamaları ve delilleri bilmeden sorgulanıyorsunuz. Bundan da kötüsü avukatınızla görüştürülmüyorsunuz veya kısa süreli görüşmeleriniz bile kayıt altına alınıyor. Daha sonra iki yılı tutuklu geçiriyorsunuz ve mahkeme aşamasında da hakkınızdaki deliller size gösterilmiyor, tam olarak ne ile suçlandığınızı bilmiyorsunuz. Hakkınızdaki komik suçlamayı öğrendiğinizde ise buna karşı savunma yapmanıza, tanıkları sorgulamanıza izin verilmiyor. Dava sonunda “ağırlaştırılmış müebbet hapis” cezası alıyorsunuz. Evet kötü bir rüya gibi geliyor ama değil, Türkiye’de yaşandı ve hala binlercesi yaşanıyor.

Bu şartlar altında suçlama ve deliller ne olursa olsun adil bir yargılamadan, hakkaniyete uygun bir cezalandırmadan, cezalandırılan kişinin gerçekten suçlu olduğundan söz edilebilir mi? Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Çalışma Grubu’nun 14 Kasım 2023 tarihinde kabul edilen ve yakın zamanda duyurulan Cihangir Çenteli Kararı’nın konusu olan olaylar tam da yukarıda anlatıldığı gibi cereyan etmiş. Yani her hukuksuzluk gibi bu sözde yargılama da uluslararası mercilerde kayıt altına alındı, Türkiye’nın kötü şöhretli sabıka kaydına geçti!

Çenteli, 2016 yılında kurmay subay olarak Harp Akademisinde eğitim alan ve darbe girişiminden sonra da Silahlı Kuvvetlerde göreve devam eden bir subay. 15 Temmuz 2016 tarihinde nerede olduğunu ve neler yaptığını açıklamak üzere İstanbul’daki Harp Akademileri Komutanlığı’na çağrılmış ve 30 Eylül 2016 tarihinde Akademiye geldiğinde iki polis tarafından kendisine bir yakalama/arama kararı sunulmadan göz altına alınmış. Karakolda 12 gün boyunda göz altında tutulmuş ve sorgulanmış, savcı ile muhatap olmamış, baro tarafından atanan ve kendisine karşı önyargılı olan avukatı ile ilk görüşmesi gözaltında beş gün geçtikten sonra gerçekleşmiş ve 30 saniye sürmüş. Evet sadece 30 saniye. Gözaltında kendisine yöneltilen suçlamalar hakkında bilgilendirilme yapılmamış ve ailesi polis tarafından gözaltına alındığı konusunda bilgilendirilmemiş.

11 Ekim 2016 tarihinde İstanbul nöbetçi sulh ceza hakimliği savunmasını dinlemeden veya delilleri kontrol etmeden ne avukatını ne de kendisini yöneltilen suçlamalar hakkında bilgilendirmeden, aleyhinde hiçbir delil yokken önceden hazırlanmış listelere dayanarak tutuklama kararı veriyor. 22 Kasım 2016 tarihinde Çenteli’nin Silahlı Kuvvetlerle ilişiği kesiliyor. Tabii ki bu da hiçbir gerekçe ve delil olmaksızın basma kalıp ifadelerle gerçekleşiyor.

13 Nisan 2017 tarihinde ilk defa Çenteli’ye iddianamenin bir kısmı gönderiliyor ve hakkındaki delilin darbe girişimi gecesi silahlı kuvvetlere ait bir binada görüldüğüne yönelik bir ifade olduğunu anlıyor. Ancak daha fazla ayrıntı kendisine ve avukatına verilmiyor.

3 Temmuz 2017 tarihinde İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde başlayan dava sürecinde avukatıyla etkili bir şekilde iletişim kurmasına izin verilmiyor. Bu görüşmeler haftada bir gün, bir saat olarak sınırlandırılıyor ve gardiyan nezaretinde ve kayda alınarak gerçekleşiyor. Avukatı ile belge alışverişi de cezaevi nezaretinde ve kaydedilerek gerçekleştiriliyor.

Kendisinin ve avukatının defalarca talep etmesine rağmen suçlamayla ilişkili ses ve görüntü kayıtları kendilerine verilmiyor ve savunmasını tam olarak ne ile suçlandığını bilmeden yapıyor.  Çenteli’nin tanıkları sorgulama isteği de mahkeme tarafından reddediliyor. 17 Ağustos 2018 tarihinde Mahkeme, TCK’nın 309/1 maddesi uyarınca “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etmek” suçundan müebbet hapis cezasına çarptırmış ve hüküm olağan kanun yollarından da geçerek kesinleşmiş. Diğer bir ifadeyle bu kadar açık ve ağır hak ihlalleri ve gayr-i adil yargılama süreci ne istinaf mahkemesinde ne de Yargıtay’da kaale bile alınmamıştır.

Yaptığı inceleme sonuncunda Çalışma Grubu, Çenteli hakkındaki tutuklamanın usulüne uygun bir karar olmadan gerçekleştiğine ve keyfi olduğu,  kendisine yöneltilen suçlamalardan haberdar edilmediği, uzun bir süre sonra hakim karşısına çıkarıldığı, tutukluluğunun yasal olarak öngörülen şekilde gözden geçirilmediği, gözaltına alındığı andan itibaren hukuki yardımdan mahrum bırakıldığı kanaatine ulaşarak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 3. ve 9. maddeleri ile Medeni ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nin 9 (1), (2), (3) ve (4) maddelerinin ihlal edildiğine, yani tutukluluğunun I. kategori kapsamında keyfi olduğu sonucuna varmıştır.

Çalışma grubu devamında avukatıyla yeterli şekilde görüşmediği ve görüşmelerde mahremiyete uyulmadığını, ne kendisine ve ne de avukatına dava materyallerine erişim izni verilmediği, mahkemenin tanıkları sorgulama hakkını reddettiğini belirterek bu tür orantısız yargılamaların silahların eşitliği, yargılamanın adilliği ve mahkemenin yeterliliği, bağımsızlığı ve tarafsızlığı konusunda şüphe uyandırdığı kanaatine ulaşmış ve başvuranın Sözleşme’nin 14 (3) (b) maddesinin yanı sıra Nelson Mandela Kuralları’nın 61 (1) sayılı kuralı ve Herhangi Bir Şekilde Tutulan veya Hapsedilen Tüm Kişilerin Korunmasına İlişkin İlkeler Bütünü’nün 18 (3) sayılı ilkesini ihlal edecek şekilde etkili bir hukuki temsilden mahrum bırakıldığı sonucuna varmıştır. Ayrıca uzun süre mahkeme karşısına çıkarılmadan tutuklu bırakıldığı için Sözleşme’nin 14 (3) (c) maddesinin ihlal edildiğine karar verilmiştir.

Çalışma grubu Çenteli’nin halen sağlığını etkileyecek şekilde sigara dumanıyla dolu bir ortamda tutulduğunu ve bu durumun Nelson Mandela Kuralları’nı ve Herhangi Bir Şekilde Tutuklu veya Hapiste Olan Tüm Kişilerin Korunmasına İlişkin İlkeler Bütünü’nün 24. ilkesinin ihlal ettiğini belirtmiştir.

Buna ilaveten Çalışma Grubu, Türkiye’de keyfi gözaltılarla ilgili kendisine yapılan başvurularda son üç yılda bir artış olduğunu ve bundan endişe duyduğunu kaydederek belirli koşullar altında, uluslararası hukukun temel kurallarını ihlal eden yaygın veya sistematik hapsetme veya diğer ciddi özgürlükten mahrum bırakma uygulamalarının “insanlığa karşı suç teşkil edebileceğini” bir kez daha vurgulamıştır.  Son olarak; bu konularda inceleme yapmak üzere Türkiye’ye gerçekleştirilecek bir ziyaret (en son ziyaret 2006 yılında gerçekleşmişti) davetinden memnuniyet duyulacağı ifade edilmiştir.

Çalışma Grubu, bu dava için uygun çözüm yolu olarak, Çenteli’nin derhal serbest bırakılması ve kendisine uluslararası hukuka uygun olarak tazminat verilmesini önermiş ve Hükûmetten Çenteli’nin durumunun gecikmeksizin düzeltilmesi ve  uluslararası normlara uygun hale getirilmesi için gerekli adımları atmasını talep ederek; Hükûmeti Çenteli’nin keyfi olarak özgürlüğünden mahrum bırakılmasını çevreleyen koşulların tam ve bağımsız bir şekilde soruşturulmasını sağlamaya ve haklarının ihlal edilmesinden sorumlu olanlara karşı uygun önlemleri almaya davet etmiştir.

Yeri gelmişken belirtelim ki, tartışmalı darbe girişimi sonrasında darbeye teşebbüs ve terör örgütüne üyelik suçlaması nedeniyle yapılan yargılamaların hemen hemen hepsi bu şekilde cereyan etti. Yani bu on binlerce örneği olan bir vakıa ve mevcut Türkiye şartlarında sıradan bir hadise.

Karar uluslararası bir kurum tarafından doğal olarak özenli bir dille yazılmış. Ancak kararı okuyan önyargısız bir hukukçu aslında burada gerçek bir yargılamanın gerçekleşmediğini anlayacaktır. Bu karar aslında Türkiye’de darbe girişimi ve terör örgütü suçlamasıyla yapılan yargılamaların aslında bir formaliteye dönüştüğünü göstermektedir. Zira karardan anladığımız kadarıyla yargılama usullerinin hiçbirine uyulmamıştır. Avukatı kendisini gerçekten savunmamış, kendisini savunma imkânı tanınmamıştır. Başvurucu, baştan suçlu ilan edilmiş ve kendisi hakkında düşünülen cezanın verilebilmesi için savcılık ve mahkeme aşaması dahil tüm yargılama, kanun gereği  halledilmesi zorunlu bir formalite olarak sürdürülmüştür.

Doğal olarak bu şekilde karara bağlanmış bir dava gerçek bir mahkeme veya uluslararası bir hukuk organının karşısına çıktığında ‘kral çıplak’ diye bağırmaktadır. Gerçek bir gazetecinin sorusu ile muhatap olan iktidar partisi siyasetçileri nasıl gözüne fener tutulan tavşan gibi afallıyor ise bu uluslararası davalara muhatap olan Adalet Bakanlığı hukukçuları da afallayıp kaldıklarından olsa gerek bu davada Çalışma Grubunun sorularını cevapsız bırakmışlar ve savunma yapmamışlar. Yapmak isteseler de ne diyecekleri ayrı bir soru! Birçok başvuruda hükmet savunmasını okurken insan bir tiyatro eseri okuduğu izlenimine kapılabiliyor.

Maalesef Türkiye yargısı geldiğimiz noktada yürütmenin bir aparatı olarak faaliyet göstermekte ve özellikle belirli davalar gerçek bir yargılama mantığı, usulü ve imkanları olmaksızın sürdürülerek karara bağlanmaktadır. Aslında iktidar tarafından önceden verilmiş bir kararın/cezanın infazı için kolluk, savcılık ve mahkemeler bu gayr-ı meşru, tüm hukuk normlarına aykırı cezalandırmayı/kararı meşrulaştırmak için bir araç olarak kullanılmaktadır.

Son yıllarda görülen darbe davaları dahil terör örgütü davaları gerçek hukukun ve yargılama usullerinin işlediği şekilde tekrar bağımsız ve tarafsız mahkemelerce ele alınsa belki de neredeyse kimseyi hapsetmek ve cezalandırmak mümkün olmayacak. Bu yönüyle BM Haksız Tutuklamalar Çalışma Grubunun “Cihangir Çenteli” kararı bir mihenk taşı olmuştur. Karar sadece başvurucu Çenteli ile ilgili olsa da onunla aynı hukuki statüde olan binlerce askeri yakından ilgilendirmektedir.

Özetle diyebiliriz ki, henüz üzerindeki sır perdesi aralanmamış o meşum gece bahane edilerek mesleklerinden edilen ve en ağır cezalara çarptırılan askerlerin tamamı hakkında aynı insan hakları ihlal edilmiş, aynı mağduriyetler yaşatılmıştır. Öyle görünüyor ki anılan hak ihlalleri Türkiye’de tespit edilip giderilmediği için uluslararası hukuk mercileri buna benzer daha çok ihlal kararı verecektir. Bu durumun Türk Anayasa Mahkemesinin konumunu çoktan tartışmalı hale getirdiğini belirtmeden geçemeyeceğim.

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com