Türkiye’de terör örgütü suçlaması ile cezaevinde olanların sayısı Avrupa ülkelerinin toplamından fazla. Tabiri caiz ise ‘padişahım çok yaşa’ dedikten sonra her türlü suçu işlemek serbest. Yeter ki padişaha/reise veya rejime karşı olmasın. Ama hangi saikle olursa olsun, umarız iktidar bir adım atar ve hepimizi şaşırtır.
2020 yılında Devlet Bahçeli’nin cezaevinde Alaattin Çakıcı’yı ziyareti ile başlayan süreçte 7242 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikler ile Covid-19 salgını gerekçe gösterilerek infaz indirimi adı altında dolaylı/örtülü bir af düzenlemesi yapılmış ve bundan yaklaşık 100 bin hükümlü yararlanmıştı.
Düzenleme ile koşullu salıverilme oranı kural olarak 2/3’ten 1/2’ye, 3/4 olanlar ise 2/3’e indirilmiş, ancak kasten öldürme, neticesi sebebiyle ağırlaşmış yaralama, işkence ve eziyet, cinsel saldırı vb. suçlarda, özel hayata ve hayatın gizli alanına karşı suçlar ile devlet sırlarına karşı suçlar ve casusluk suçlarında, ayrıca infaz oranı 3/4 olan uyuşturucu imal ve ticareti, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar ile terör suçlarında herhangi bir indirim yapılmamıştı. Ayrıca özel infaz usullerinin kapsamı genişletilerek cezaların hafta sonu, geceleyin veya konutta infazına ilişkin mevcut uygulamalardan altı aylık sınır, üç yıla kadar çıkarılmıştı.
Değişiklikte yer alan ve af niteliğinde olan düzenleme ise 30.03.2020 tarihine kadar işlenen suçlar için (yukarıda sayılan suçlar hariç olmak üzere) bir yıllık denetimli serbestlik süresinin üç yıla çıkarılması ve Covid-19 salgını sebebiyle, açık ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerle denetimli serbestlik tedbiri uygulanan hükümlülerin izinli sayılmalarına ilişkin olanıdır.
Bu düzenleme ile adi suç failleri serbest bırakılırken haklarındaki davaların asıl nedeni iktidara muhalif olmak olan KHK’lılar, Gülen cemaatine yönelik davalarda mahkum olanlar, Kavala gibi Gezi Davası sanıkları, Demirtaş gibi Kürt siyasetçiler infaz indiriminden yararlandırılmamıştı.
Anayasa Mahkemesi daha önce 1991 ve 2001 yıllarında farklı isimlerle yapılan af düzenlemelerinin bazı hükümlerini, yapılan başvurular neticesinde infaz yönünden eşit ve aynı durumda bulunan mahkûmlar arasında şartlı salıverme bakımından ayrı uygulamanın, “yasa önünde eşitlik” ilkesine uygun düşmediği veya adaletsiz sonuç doğuran düzenlemenin hukuk devleti ilkesine aykırı olduğu gerekçeleriyle iptal etmişti. Mahkeme ayrıca 2001 yılındaki düzenlemeyi af niteliğinde görerek Meclisten Anayasanın 87. maddesi gereği nitelikli çoğunluk ile yasalaşmadığı gerekçesi ile de iptal etmişti.[1]
2020 yıllındaki infaz düzenlemesi de CHP tarafından AYM’ye taşınmış, ancak Mahkeme oy çokluğu ile (dokuza karşı yedi oyla) 17.07.2020 tarihinde şekil yönünden düzenlemenin af niteliğinde olmadığı gerekçesiyle başvuruyu, önceki içtihadına aykırı olmasına rağmen reddetmişti. Mahkeme başkanı dahil muhalif yedi üye ise düzenlemenin özel af kanunu niteliğinde olduğu ve nitelikli çoğunluk ile yasalaşmadığı gerekçesi ile iptal edilmesi gerektiğini karşı oylarında dile getirdiler.
Karşı oy gerekçelerinde düzenleme ile altı yıl kesinleşmiş hapis cezasına çarptırılan kişilerin (bazı durumlarda sekiz yıl) ceza infaz kurumunda kalmadan cezalarının infaz edilmiş sayılacağı, dolayısı ile cezanın infazının yanında mahkumiyet kararlarına konu teşkil eden hapis cezalarını başkalaştırıp, çok daha hafif nitelikli bir yaptırıma dönüştürdüğü ve özel af niteliğinde olduğu vurgulanmıştı. Düzenlemenin esas yönünden Anayasaya aykırı olduğu yönünde yapılan başvuru ise Mahkemece oybirliğiyle reddedildi.
CHP’nin iptal dilekçesinde bazı suçların kapsam dışında bırakılmalarının meşru ve haklı bir nedene dayanmadığı, bu durumun eşitlik ilkesiyle bağdaşmadığı, ülkemizde terör suçu kavramının siyasallaştığı, herhangi bir şiddete başvurmamış barışçıl muhaliflerin söz, düşünce ve yazılarının da terör suçu kavramına dâhil edildiği, kuralların demokratik toplum düzeninin gerekleriyle bağdaşmadığı, kurallarla ifade özgürlüğü güvencesi altında bulunan eylemlerin cezalandırılmak suretiyle muhalefetin susturulmak istendiği, bu itibarla terör suçlarından mahkûm olanların daha uzun süre ceza infaz kurumunda ya da kapalı ceza infaz kurumunda bırakılmalarını öngören kurallarda kamu yararı amacının bulunmadığı ileri sürülmüştü.
Üç maymunu oynayan Mahkemenin red gerekçesinde ‘her ne kadar dava dilekçesinde terör suçu kavramının siyasallaştığı, herhangi bir şiddete başvurmamış barışçıl muhaliflerin söz, düşünce ve yazılarının da terör suçu kavramına dâhil edildiği, bu itibarla dava konusu kurallarla ifade özgürlüğü güvencesi altında bulunan eylemlerin cezalandırılmak istendiği iddia edilmiş ise de bu iddialar dava konusu olmayan 3713 sayılı Kanun hükümlerinin yorumlanmasına ve uygulanmasına ilişkindir. Bu itibarla iddia edilen hususlar yerindelik kapsamında olup anayasal denetimin konusu dışında kalmaktadır.’ denmektedir. Bu düşünceye şekil yönünden yapılan incelemede muhalif kalan üyeler de maalesef katılmışlardır.
Son zamanlarda ise iktidar çevreleri tarafından Cumhuriyetin kuruluşunun yüzüncü yılına denk getirilecek kapsamlı ve bu defa siyasi mahkumları da kapsayacak bir af düzenlemesi dile getiriliyordu. Yeni infaz/af düzenlemesi maalesef KHK’lılar gibi diğer siyasi mahkumlar için de bir kez daha hayal kırıklığı oldu. Zira yeni düzenleme öncekinin dışarıda bıraktığı birçok suç türünü de infaz indirimine/affa dahil etmiş, ancak terör örgütü suçları kapsam dışında bırakılmıştır. Meclisin 14 Temmuzda kabul ettiği düzenleme, 15 Temmuz’da Cumhurbaşkanı tarafından onaylanarak yürürlüğe girdi. Erdoğan tarafından, imzalanıp yürürlüğe girmesi için 15 Temmuz gibi sembolik bir tarih seçilen bir infaz düzenlemesinde, kendisine muhalif her kişi ve kesimi terörist ilan eden bir iktidardan, bu kişiler lehine bir hüküm beklemek çok da gerçekçi olmazdı zaten.
Yeni düzenlemeye göre 31 Temmuz 2023 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında bulunan hükümlülerden, toplam hapis cezası 10 yıldan az olanlar bir ay, 10 yıldan fazla olanlar ise üç ay bu kurumlarda kalmak koşulu ile, açık ceza infaz kurumlarına ayrılmalarına üç yıl veya daha az süre kalanlar bu kanundan yararlanabiliyor, yani açık cezaevine geçebiliyor. Açık cezaevine geçen bu hükümlüler ise, üç ay açık cezaevinde kalmak şartıyla denetimli serbestlik hükümlerinden üç yıl erken yararlanabilecekler. Bir önceki düzenlemede cinayet, uyuşturucu, cinsel suçlar kapsam dışı tutulmuşken, bu defa bu suçlar için de infaz indirimi/af uygulanmış oluyor. Ayrıca Covid-19 nedeniyle izne çıkarılan hükümlülerin de izin uygulamasına devam edilecek.
Düzenlemede yer alan en az bir ay kapalı ve en az üç ay açık ceza evinde bulunma koşulu muhtemelen AYM kararında muhalif üyelerin önceki düzenlemede bazı durumlarda hiç cezaevine girmeden cezanın infaz edilmiş sayılacağı, dolayısı ile burada bir af düzenlemesi olduğu şeklindeki eleştirilerini bertaraf etmek için ilave edilmiş görünüyor.
Terörle Mücadele Kanunu ve örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçlar ile devletin güvenliğine, anayasal düzene, milli savunmaya, devlet sırlarına karşı suç işleyenler ise yine düzenlemeden yararlanamıyor. Tabiri caiz ise ‘padişahım çok yaşa’ dedikten sonra her türlü suçu işlemek serbest. Yeter ki padişaha/reise veya rejime karşı olmasın.
Avrupa Konseyi 2020 Ceza İstatistikleri’ne göre, Avrupa cezaevlerinde nüfusa oranla en fazla tutuklu ve mahkûm Türkiye’de bulunuyor. Rusya ise ikinci sırada. Yeni ve modern cezevleri inşaatları ile övünen bir iktidarımız var. Ancak bunlar kısa sürede dolmakta ve cezaevlerindeki tutuklu/mahkum sayısı AKP iktiadarı boyunca sürekli artmaktadır. Bulabildikleri çare ise infaz düzenlemesi adı altında adi suçluları affetmek.
Bunun yanında Türkiye’de terör örgütü suçlaması ile cezaevinde olanların sayısı Avrupa ülkelerinin toplamından fazla. Nitekim Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş ve Kavala gibi bir çok kararında da belirttiği gibi Türkiye’de terör örgütü suçu ile suçlanmak ve mahkum olmak, öngörülebilir olmaktan çıkmış ve kanunilik şartını kaybetmiş durumda. Terör örgütü ile suçlananların yüzde doksanından fazlasının herhangi bir şiddet/terör eylemine bulaşmadığı herkesin malumu. Terör örgütü suçlarına dair yargılamalarda delil olarak sunulan hususlar KHK’lılar yönünden Bank Asya’da hesap açmak, yasal bir dernek üyesi olmak, Bylock kullanmak veya dini bir sohbete katılmak gibi hepsi bir hakkın kullanımı kapsamında meşru ve yasal faaliyetler. Yine örgüt üyeliği ile suçlanan Demirtaş gibi siyasetçiler hakkındaki deliller de şiddet çağrısı içermeyen konuşmaları ve telefon görüşmelerinden ibaret. Kavala aleyhine kullanılan delil ise, demokratik bir hukuk devletinde korunan temel haklardan olan gösteri ve yürüyüş hakkının kullanıldığı Gezi Parkı eylemlerindeki rolü.
Bu şekilde devam ederse ülkede en büyük suç kermese börek yapmak, açılışını ve denetimini halen iktidarda olanların yaptığı Bank Asya’da hesap açmak veya rejimi eleştirmek olacak. Düşünebiliyor musunuz birçok ülkede idam ile cezalandırılan cana kıyma (adam öldürme), uyuşturucu ticareti vs. suçlar dahi infaz düzenlemesi adı altında affediliyor, ancak etinden, sütünden ve yününden iktidar çevresinin sonuna kadar yararlandığı bir grup/hareket ile ilişkili veya iltisaklı (?) olmak (nasıl büyük bir cürümse!) affedilmiyor. Bu yazdıklarımın bir hukuk devletinde yeri yok; hattıa bunlar bir komedi tiyatrosunun cümleleri olmak için bile fazla. İnsan ne diyeceğini bilemiyor.
Esasen af kanunları genellikle savaş, darbe, rejim değişikliği veya esaslı reformlar sonrasında sorunlu ve hukukun normal işlemediği bir dönemin ardından yeni bir başlangıç yapmak ve toplumsal barışı tekrar tesis etmek amacı ile çıkarılırlar. Bunun dışında çıkarılan af kanunları teoride iyi karşılanmaz. Zira af düzenlemeleri ceza kanunlarının amacı olan suç işlenmesinin önlenmesi, caydırıcılık ve suçluların ıslahı gibi amaçlara ters düşmekte ve suçluların affı toplum vicdanını yaralamaktadır. Nitekim gerek 2001 yılında çıkarıla ve gerekse 2020 yılında çıkarılan infaz düzenlemeleri/afları sonrasında serbest kalan kişilerin birçoğu tekrar suç işlemiştir. Son çıkarılan af düzenlemesinden sonra da şiddet olaylarında artış olduğu haberlere konu olmaktadır.
Bununla birlikte gerçek suçluların cezaları affedilirken rejime muhalif olduğu için terör suçları kapsamında cezalandırılanların af düzenlemelerine dahil edilmemesi adi suçların işlenmesini adeta teşvik etmekte, muhalifleri sindirmekte ve kamu vicdanını daha da ağır bir şekilde yaralamaktadır. Bu düzenlemeler sonrasında toplumsal algı şu şekilde gelişmektedir: büyük suçlar işleseniz bile, iktidara yakın iseniz veya onların bilgisi dahilinde suç işlerseniz özgür kalırsınız; ancak iktidara muhalif iseniz suçsuz bile olsanız gerçek suçlulardan daha ağır cezalandırılırsınız.
Bu defa iktidara yakın kesimlerin gündeme getirdiği Cumhuriyetin yüzüncü yılında genel af meselesi de bir kez daha başta KHK’lılar ve cemaat davalarından yargılananlar olmak üzere siyasi saiklerle suçlanan tüm mağdurlar için hayal kırıklığı oldu. Anlaşılan o ki, iktidarın amacı muhalifleri cezalandırırken kantarın topuzunu fazla kaçırma endişesi değil, siyasi mahkumlara daha fazla yer açabilmek için hapishaneleri boşaltmak gibi görünüyor.
Mafyalaşan bir iktidar, yaptığı düzenlemeler ile, açık/gizli şekilde ortaklık kurduğu mafya patron ve üyelerine özgürlük ve hareket serbestisi sağlamakta, gerek kendilerinin ve gerekse yandaşlarının karşılaşacağı muhtemel suçlamaları etkisiz hale getirerek aklamaya çalışmaktadır. Hukuk anlayışı ortaçağ dönemini aratmayan ve adeta ulusal ve uluslararası arenada bir suç şebekesi görüntüsü veren bir iktidardan başka türlü bir hareket beklemek rasyonel olmazdı. 29 Ekim’e sayılı günler kaldı. Hangi saikle olursa olsun, umarız iktidar bu paradigmayı değiştiren bir adım atar ve hepimizi şaşırtır.
[1]Daha fazla bilgi için: href=”/tr/aym-eski-raportoru-yazdi-infaz-indirimi-yasasi-iptal-edilir-mi/