Uluslararası basında Brüksel’deki görüşme öncesi yayınlanan haber ve analizlerde herhangi bir dönüm noktasının yaşanmasının beklenmediği vurgulanıyordu. Buna rağmen Erdoğan’ın görüşmeden çok önemli sonuçlar çıkacakmış havasını vermeye devam etmesi çaresizliğinin bir göstergesiydi.
Erdoğan ABD Başkanı Joe Biden’le NATO Zirvesi marjında yapacağı görüşmeye büyük önem atfediyordu. Göreve seçildikten sonra kendisini aylarca aramamış, nihayet aradığında ise 24 Nisan’da yapacağı açıklamada “Ermeni soykırımı” ifadesini kullanacağını haber vermişti. İlk görüşme için böylesine manidar bir tercihte bulunan Biden’ın tavırları iki ülke arasında anlaşmazlık yaşanan konularda Erdoğan’a müsamahalı davranmayacağı şeklinde okundu. Gerçekten de dünyada otokrasilerle demokrasiler arasında bir mücadele olduğundan bahseden bir ABD Başkanının Erdoğan gibi popülist otoriterliğin sembol yüzü haline gelmiş bir lidere göz yumduğu anlamına gelebilecek bir siyaset izlemesi zordu.
ABD-ÇİN SOĞUK SAVAŞI BAŞLARKEN ERDOĞAN BATI İÇİN YÜK
Dünya ABD önderliğindeki Batı ile Çin arasında yeni bir soğuk savaşın eşiğinde bulunuyor, özünde ekonomik nedenlerden kaynaklansa da, kavganın ideolojik zemini demokrasi ve otokrasi karşıtlığı üzerine oturacak. Batı Sovyetler karşısında olduğu gibi, ona farklılık katan en önemli gücü olan demokrasisini öne sürerek otoriter Çin’i köşeye sıkıştırmayı hesaplıyor. Böyle bir ortamda Türkiye’de iktidarda kalabilmek için otoriterliğinin dozunu devamlı arttıran Erdoğan Batı ittifakı için bir sorun ve yük haline dönüşüyor.
Türkiye’yi bölgesinde farklı bir konuma getiren en önemli özelliklerinden biri Batı’yla diğerlerine nazaran kurmayı başardığı özel ilişkilerdi. Erdoğan Suriye’den başlayarak İran, Rusya ve Çin’le ilişkilerini yürütürken Türkiye’nin Batı’yla bu ayrıcalıklı münasebetlerine zarar vermeyecek şekilde hareket etme dikkatini göstermedi. Türkiye’nin çıkarlarını öncelemek yerine kendi kişisel siyasi menfaatlerini ve ideolojik bakış açısını yansıtan bir dış politika izledi. Neticede Erdoğan’la aynı kumaştan, onun otoriterliğine göz yummaya dünden hazır popülist bir başkan olan Trump döneminde bile ABD ile Türkiye arasındaki ilişkilerdeki sorunlar çözülmek şöyle dursun, daha da kötüye gitti. Türkiye’nin “ABD’nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Yasası” (CAATSA) kapsamına alınarak silah satışında kısıtlamaya gidilmesi Trump döneminde gerçekleşti. Erdoğan’ın Rusya’dan S-400 füzelerini almasına tepki olarak ABD Kongresi’nin geçirdiği bu yaptırımları Trump veto edecek gücü kendisinde bulamadı.
ERDOĞAN BATI’YI TÜRKİYE’NİN ÇÖKÜŞÜYLE TEHDİT EDİYOR
Batı’nın Türkiye gibi önemli bir ülkeyi her halükarda karşısına almak istemeyeceği hesabını yapan Erdoğan üst üste yaptığı blöflerle, meydan okumalarla, Rusya’dan S-400 füzelerini alması, İran’a uygulanan yaptırımları gizlice hukuksuzca delmesi ve içeride giderek arttırdığı otoriterliği gibi Batı’yı kızdıran hamlelerini kabul ettirebileceğini düşündü. Batı bunları kabullenmeyeceğini belli ettikçe Erdoğan hırçınlaştı, bu konularda iç siyasette kendisini geri adım atamayacak şekilde konumlandırdığından tek çareyi blöfünü arttırarak devam ettirmekte gördü. Artık mesele Batı’nın Türkiye’yi kaybetmeyi değil, Türkiye’nin “çökmesini” göze alıp alamayacağıydı. Erdoğan adeta Türkiye’nin boğazına bıçak dayamış “yaklaşmayın, keserim” diyordu. Bu Türkiye’nin önemini doğru okuyamamak, stratejik değerini berhava etmek demekti.
Biden Yönetimi’nde dış politikadan sorumlu kritik şahsiyetler, özellikle Kongre’de görev onay süreci sırasında yaptıkları konuşmalarla Erdoğan’a net bir mesaj verdiler. Dışişleri Bakanı Anthony Blinken Türkiye için “sözde müttefik” dedi. Biden’ın hemen kendisini aramaması da başlıbaşına bir mesajdı. Bu süreçte Erdoğan S-400, insan hakları ve demokratikleşme meselelerinde bazı adımlar atarak Biden’la başlayan yeni dönemin ne anlama geldiğini anladığını göstermedi. O bu mesajları görmezden gelince 24 Nisan’da Ermeni soykırımı açıklaması geldi. Biden bu açıklamayı yapacağına ilişkin haber vermek için aradığında, iki ay sonra NATO Zirvesi’nde görüşme konusunda mutabık kalınması da Erdoğan’a verilmiş ikinci bir süreydi. Bu tür kritik toplantılarda netice alınabilmesi için öncesinde ilgili bakanlıkların ve uzmanların uzun görüşmelerde bulunarak pozisyonları yakınlaştırması gerekir. Bu sağlanamazsa topu topu 1-1,5 saat süren liderler görüşmesinde bir dönüm noktası yaşanmasını beklemek gerçekçi değildir. 24 Nisan’dan bugüne geçen sürede ABD ve Türkiye arasında farklı düzeylerde gerçekleşen görüşmelerde taraflar bir ilerleme sağlayamadı.
ASIL SORUN KAYNAĞI OLAN S-400’LERİN NEDEN ALINDIĞI BELLİ DEĞİL
Erdoğan iktidarı S-400 meselesinde geri adım atmadı. ABD’nin Patriotları vermediği için S-400’lerin alındığı iddiası ise inandırıcı değil. Çünkü ABD Türkiye’ye Patriot satmaya hazır olduğunu bildirmiş ama Türkiye’nin talep ettiği teknoloji transferlerini yapamayacağını söylemişti. Tarafların anlaşamamasının nedeni buydu. Oysa şimdi Türkiye Rusya’dan S-400’leri benzer bir teknoloji transferi olmadan aldı. Türkiye S-400 yüzünden onmilyarlarca dolar zarara uğrayacak şekilde F-35 programından çıkarıldı. Askeri uzmanlar F-35’in S-400’le kıyaslanmayacak kadar önemli, beşinci nesil savaş uçağı projesi olduğunu vurguluyor. Türkiye’nin bu kadar büyük masraf ve fedakarlıklar pahasına S-400’leri niye aldığı, bu füzelerin kimden yönelen tehditlere karşı kullanılacağı meselesi belirsizliğini koruyor. Öyle ya, Rus füzesiyle Rusya’dan gelebilecek bir tehdit önlenemez, İran derseniz Erdoğan iktidarıyla Tahran arasında ilişkiler her zaman iyi seviyede oldu. Türkiye Batı askeri ittifakı olan NATO’nun üyesi olduğundan o taraftan da bir tehdit hissetmiyor. Bu manzara, S-400’lerin alınmasının, Türkiye’nin Suriye sınırında Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus jetini düşürmesi sonrasında iki ülke ilişkilerinin normalleştirilmesinin şartı olarak Rusya Devlet Başkanı Putin tarafından dayatıldığı, Erdoğan’ın da bunu kabul ettiği iddiasının inandırıcı bulunmasına yol açıyor.
AFGANİSTAN ÖNCE UMUT, SONRA HAYAL KIRIKLIĞI OLDU
Uluslararası basında Brüksel’deki görüşme öncesi yayınlanan haber ve analizlerde herhangi bir dönüm noktasının yaşanmasının beklenmediği vurgulanıyordu. Buna rağmen Erdoğan’ın görüşmeden çok önemli sonuçlar çıkacakmış havasını vermeye devam etmesi çaresizliğinin bir göstergesiydi. Ekonomik krizin giderek arttığı bir ortamda Erdoğan hükümeti için uluslararası finansörleri Biden Yönetimiyle ilişkilerini bir hal yoluna koyduğu havası vermesi kritik önemdeydi. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi, Biden’ın gözüne girmek için büyük bir fırsat verir gibi oldu. Çünkü bu çekilme sonrası Kabil havalimanının nasıl korunacağı belli değil. Afgan güçleri henüz bunu yapacak seviyede değil. Erdoğan hükümeti bu meseleye adeta atlayarak bazı şartların karşılanması halinde Türk ordusunun havalimanının güvenliğini üstlenebileceğini söyledi. Taliban Afganistan’daki Türk birliklerine saldırmıyordu. Bunun getirdiği bir özgüven vardı. Ama Cuma günü Taliban sözcüsü “Türk askerlerinin çekilmesi lazım, ABD’yle anlaşmamız o şekildeydi” diye bir açıklama yapınca Biden’la görüşme öncesi Erdoğan’ın elindeki çok kritik bir kozu düşürmüş oldu.
Biden’ın Erdoğan’la görüşmesinin muhtemelen başbaşa kısmında iki ülke ilişkilerinde arzulanan iyileşmenin sağlanabilmesi için S-400 meselesinin yanısıra Türkiye’de insan hakları ve demokrasinin durumunda iyileşmeler sağlanması gerektiğini vurgulamış olduğu anlaşılıyor. Bunu gazeteci Amberin Zaman’a görüşmeye ilişkin bilgi veren Batılı bir diplomatın, Biden ve Erdoğan arasında uyum olmadığını, görüşmede soğukluğun ortadan kalkmadığını, Biden’ın NATO içindeki otoriter rejimlere açık bir tavır aldığını belirtmesinden anlayabiliyoruz.
GÖRÜŞMEDE SOYKIRIM MESELESİNİ GÜNDEME GETİRMEYE BİLE CESARET EDEMEDİ
Elinde muhatabını kendisine karşı yumuşatacak pek kozu kalmamış Erdoğan’ın görüşmede ne denli savunmada kaldığını, Biden’ın 24 Nisan’da “Ermeni soykırımını” tanıyan bir açıklamada bulunması konusunu gündeme bile getirme cesaretine bulamamış olmasından da anlayabiliyoruz. İç siyasette kendisiyle özleşen hamaset ve popülizmin bir yansıması olarak Biden’a daha geçen ay “eli kanlı”, Macron’a daha geçen sonbahar “zihinsel tedaviye ihtiyacı var” demekten, bir kaç yıl önce Merkel’i “Nazi uygulamaları yapmakla” suçlamaktan kaçınmayan Erdoğan dışarıda muhataplarıyla yüzyüze görüşmelerde biraraya geldiğinde tam anlamıyla “yelkenleri indirmiş” bir görüntü çiziyor. Artık Batılı liderler içeride başka, dışarıda başka konuşan Erdoğan’ın bu tavrından duydukları rahatsızlıkları çeşitli şekillerde ortaya koymaktan kaçınmıyorlar.
İNGİLTERE DIŞINDA BATI’DA ERDOĞAN’A DESTEK VEREN ÜLKE YOK
Yine Amberin Zaman’a bilgi veren Batılı diplomat NATO içinde her konuda kendisine destek veren İngilizler dışında Erdoğan’ın pek yüz bulamadığını belirtiyor. Batı ittifakında Rusya karşıtı tutumuyla öne çıkan İngiltere’nin S-400 meselesinde bile Erdoğan’ı desteklemesi dikkat çekiyor. Ama Trump döneminde yaşanan boşluktan istifadeyle Türkiye siyasetinin belirlenmesinde öne çıkar gibi olan İngiltere’nin Biden dönemiyle birlikte daha dikkatli bir çizgide kalma zorunluluğu duyduğu da bellidir. Öte yandan Londra’yla bu denli yakın ilişkilere rağmen, İngiltere’nin iki İngiliz takımının oynayacağı Şampiyonlar Ligi Finali’nin korona vakalarındaki artış nedeniyle İstanbul’dan alınması için yaptığı girişimleri durdurmak isteyen Erdoğan’ın İngiliz Başbakan Boris Johnson’un o süreçte telefonlarına çıkmamasından yakınmasının üzerinden bir ay bile geçmiş değildir. Dış politikada dengeli bir siyaset izlemeyi bırakıp böyle bir kaç ülkeye yaslanarak oyun kurmaya çalışırsanız, onların da bu tür muamelelerine maruz kalmanız kaçınılmaz gibidir, çünkü sizin başka kapıya gitme ihtimaliniz olmadığını bilirler.
Erdoğan sanırım Brüksel’de yaptığı görüşmelerden artık bir yol ayrımına geldiğini iyice anlamıştır. Tarih bize Erdoğan gibi hukukun üstünlüğünü ve anayasal güvenceleri ortadan kaldırarak otoriter rejimler kuran liderlerin daha sonra rejimlerini normalleştirebilme becerisini gösteremediklerini söylemektedir. İç ve dış politikalarında köklü değişikliğe gitmeden Batı’yla ilişkilerini düzeltebilmesinin mümkün olmadığı gerçeği, onu ülkedeki kutuplaşmayı arttırarak tabanının arkasında kümelenmesini sağlamak için daha da Batı karşıtı söylemlere itebilir. Bıçak sırtında gittiği görülen ekonominin böyle bir gerilimi daha fazla taşıyabileceği ise oldukça şüphelidir.