Ermeni köyünde Nazım Hikmet’i bulmak

"Mayakovski’nin ölümünden rejim sorumludur, onu kullanan ve insan olmasını kabullenmeyen rejim…” diyen Sahak yoktu. Gönüllü olarak savaşa gitmiş... Bir Ermeni köyünde öğretmenlik yapan ve "Nazım’ın derdi propaganda değil, insandı" diye bana anlatan Sahak...

ALİN OZİNİAN 01 Kasım 2020 YAZARLAR

Birkaç yıl önce, 600 haneli bir köy olan Mayakovski’de bir edebiyat öğretmeni ile tanışmıştım. Onunla Mayakovski’yi konuşmak, köyü tanımaktı isteğim ama Nazım Hikmet’e kadar uzanan güzel ve unutulmayan bir sohbete çekilmiştik.

Ermenistan’da Mayakovski adı verilmiş bir köyün varlığı, ilk duyduğumda çok sürreal gelmişti. Hala da öyle. Yerevan’a yaklaşık 40 km uzaklıkta, Kotayk bölgesinde bulunan şirin mi şirin bir köy çıkmıştı karşıma. “Sahak’ı bul” demişlerdi. Gidip bulmuştum, Mayakovski Lisesi’nin edebiyat öğretmeni Sahak bana köyü gezdirmişti.

Son resmi rakamlara göre 2 bin 890 kişinin yaşadığı köy genelde tütüncülük, hayvancılık ve meyvecilik ile uğraşıyor. 1930’larda Mayakovski adını alan küçük köy, 1828 yılında İran’ın Salmast bölgesindeki Payacuk ve Haftvan köylerinden göçen 132 Ermeni’nin buraya yerleşmesi ile kurulmuş.

İlk kurulduğu yıllarda Şahap adı verilen köy, 1915’den sonra soykırımdan kurtulabilen Batı Ermenistanlılara da yuva olmuş. Sovyet yıllarında, Irak’tan 40 Yezidi ailenin de geldiği bu köyün, bugünkü Yezidi nüfusu 200 kişi. Yezidiler de aynı Ermeni köylüler gibi hayvancılık ve tarım ile uğraşıyorlar tek farkla; Ermeniler domuz, Yezidiler koyun yetiştiriyorlar.

Köyün en önemli tarihi yerleri; yapıldığı 1828 yılından bu yana zarar görmemiş olan Aziz Gevorg kilisesi ve 14. yüzyıldan kalan mezarlıkları. II. Dünya Savaşı anısına yapılan heykel kompleksi yine Mayakovski köyünün görülmesi gereken yerlerinden. Köyde, Yerevan ve yurt dışına ürünlerini ihraç eden lavaş ve limonata fabrikaları mevcut.

Sahak ile sohbetimiz, bu fabrikaların birinin bahçesinde ağacın altında “tarhun limonatası” içerken başlamıştı. “İsmi için gelmek istedin, değil mi?” diye sormuştu. Mahçupça evet demiştim, sanki köy isiminden mütevellitmiş, sanki köylülerin hayatı önemli değilmiş gibi düşündüğümü kabul edercesine…

Utandığımı anlayıp, konuyu değiştirmeye çalışmıştı Sahak, “Her köyde olduğu gibi, bu köyün de “Burada doğdu ama büyük adam oldu!” denilen isimleri var. Yazar Hraçya Hovhanisyan ve Ludvig Turyan örneğin, hatta Milletvekili Alvart Petrosyan ve Çiftçilik Akademisi yöneticilerinden Prof. Dr. Stepan Margaryan ve Dr. Armen Margaryan köyde yaşamaya devam eden önemli kişilerden bazıları.” demişti.

Sonra yakınlarda bulunan arkadaşının evine götürmüştü beni, kahvenin yanında çok leziz bir elma kompostosu içmiştik. Köyde bir sürü elma ağacı vardı.

Ermenistan’da köyler bizim Türkiye’de bildiğimiz köylere pek benzemiyor. Evinde piyanosu olan köylü, aynı zamanda çok iyi bir çiftçi olabilir. Geçimini patates ekerek sağlayan diğer bir köylünün köy okulunun müzik öğretmeni olan karısı, muazzam çello çalabilir.

Maddi sıkıntılardan dolayı evin duvarına boya hatta sıva süremeyen köylülerinin evlerinin duvarlarında birbirinden etkileyici yağlıboya tablolar ya da duvardan duvara Rus, Ermeni ve Batı Edebiyatı klasikleri ile donanmış kütüphaneler de olabilir. Geçmiş 100 yılda, Sovyetlerin sanatı halka “indirmeleri” Ermenilerin sanatkarlığı ile birleşince, böyle alışılmadık ama ruh okşayan detaylar Ermenistan’da hala hayatta.

“Ekim Devrimi Şairi”, Lenin’in göz bebeği, fütürist Mayakovski için geldiğim bu köyde ne aradığımı ben de bilmiyordum aslında. Sadece Sovyetler’de değil, Batı’da da Rus Edebiyatı ve şiir ile ilgilenen herkesin bildiği bir isimdi Mayakovski.

Ünlü edebiyat eleştirmeni Osip Brik’in evine yemeğe giden, Brik’in sofrasındaki ilk anda
eşi Lilia Brik’e aşık olan bir devrimci şair… Daha sonra Paris’te tanıştığı yine evli Veronika Polonskaya’ya duyduğu güçlü duygular, belki de Batı okurunun Mayakovski’nin devrimciliğinden ziyade ilgisini çeken konulardı.

1930’da kalbine bir silah dayayarak 36 yaşında intihar eden genç şairin ölümünde, iyi arkadaşı şair Yeseni’in önceki yıllardaki intiharının rol oynadığı düşünüldü. Polonskaya’nın eşini terk edip, Mayakovski’nin kollarına koşmaması, diğer yandan Mayakovski’nin hala Lilia’a duyduğu saplantılı aşk intiharı getirmişti.

Mayakovski bıraktığı veda notunda “Ölümümden kimse sorumlu değil, ailem; Lilia, annem, kız kardeşlerim ve Veronika’dan ibarettir… Yoldaş devlet yetikleri onların yaşamını güvence altına alırsa onlara minnettar kalırım” demişti.

Sahak’ın, köyün lisesindeki ders saati yaklaşıyordu, benim de gelmemi, öğrenciler ile sohbet etmemi teklif etmişti. Sevinmiştim.

Köyün sakinler şairi sevmekle birlikte, SSCB’de kendisine atfedilen önemin daha ziyade politik olduğunu düşünüyorlardı. Liseliler özünde “O kadar büyütüldüğü kadar efsane bir şair değil Mayakovski” demişlerdi.

İçlerinden biri “Lenin’in en sevdiği şair olmak için, edebiyat değil ideolojiye aşk gerekir” demiş, beraberce verdiğim örnekleri bir bir çürütmüşlerdi.

Rusya Dışişleri Bakanlığı’nın, Trump yönetimiyle Rusya’nın ilişkisini eleştirmek için Amerikalı öğrencilere, “Yönetim üzerinde söz sahibi olmak istiyorsanız Rusça öğrenin” diyen eski ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’ye tepki gösterdiğini anlatmıştım…

Bakanlık sözcüsü Zakharova’nın, Rusya’nın Obama yönetimi döneminde ABD Dışişleri Bakanlığı’na Mayakovski şiirlerinin koleksiyonunu vermemiş olmasının bir hata olduğunu söylediğini, Mayakosvki’nin “Yaşlı, siyah bir adam olsam bile Rusça öğrenirdim. Umutsuzluğa kapılmadan ya da tembellik yapmadan… Sırf Rusça, Lenin’in dili olduğu için” sözlerini alıntıladığı… Mayakovski’nin, siyasi atışmalara konu olan, hakkında filmler çekilen bir şair olduğunu söylemiştim…

Gülmüşlerdi. Rusların Amerikalıları küçümseyerek “Siz Mayakovski’yi bile anlayamazsınız” mesajı vermeye çalıştıklarını söylemiş, “Zakharova, Kerry’ye Vladimir Mayakovski’nin şiirlerini okumasını önerdi, Puşkin’i anlayamayacağını düşünmüştür ondan” deyip yine gülmüşlerdi.

Gençler beni “hırpalarken” sessiz kalan edebiyat hocası gizlice gülümsüyor, çocukların “şiirden çok siyaset yapmaya çalıştı” dedikleri Mayakovski’ye olan tepkilerinin mimarının kim olduğu ele vermişti.

Hayatla, siyasetle, edebiyatla ve hemen hemen karşılaştıkları her şeyle kavga edecek yaşta ve güçte olan bu çocuklara “Sevag, Çarents gibi ünlü Ermeni edebiyatçılar tercüme ettiler Mayakovski’yi, demek ki sevildi, örnek alındı o dönem Ermenistan’da”demiştim.

“Eksik biliyorsun, Gurgen Boryan, Nairi Zaryan, Gevorg Emin, Mkrtich Koryun ve daha birçok önemli isim de tercüme etti, Ermenice’ye kazandırdı Mayakovski’yi” demişlerdi. Çok şey öğrendim o gün, o gençlerden…

Okuldan çıktıktan sonra, hala “davamda” ısrarcı olan ben “Yerevan’da adına okul var, heykelleri var, sokaklar var…” demiştim.

“Ne dediğimi tam anlamıyorsun, Mayakovski kötü şairdi demiyorum, ama bugün bu köyün adının ve 1937’de adını verdikleri okulun, önündeki dev büstün, onun binlerce çevirisinin sebebi bu değil diyorum ben, Sovyetler bu adam sayesinde müthiş propaganda yaptı, kullandılar, sonunda da adamı intihara sürüklediler…” demişti.

Ne cevap vereceğimi dinlemeden Nazım Hikmet’e geçmişti. Nazım Hikmet’in çok iyi şair olduğunu, ama o günün şartlarında bile Rus Fütürizmi’ni içine sindiremediğini, çünkü Nazım’ın derdinin propaganda değil, insan olduğunu söylemişti. Bundan dolayı yollarının ayrıldığını, hatta Mayakovski’nin kendini Fütürizm’e adamamak konusunda ısrarlı olan Nazım için “Dönek Türk” lakabını kullanmaya başladığını anlatmıştı.

“Nazım’ın Mayakovski’yi hep sevdiğini, ölümünün ardından yazılar yazdığını. “O tüm çağdaş yazarların ustasıdır” dediğini hatırlatmıştım.

Sinirlenmişti Sahak: “Öyle diyecekti tabi, ikisi de solcuydu, devrimciydi. ‘Bana dönek dedi’ mi diyecekti? Ekim Devrimi’nin şairi oldu o, hem içerde hem dışarda, ama sonra evli bir kadına aşık oldu, aldı da kocasının elinden. Bolşevikler için kabul edilemezdi bu, onu burjuvalıkla, davayı unutup aşka meşke kafa yormakla suçladılar.”

“Paris’te yaşayan, Rus bir kadına da aşık oldu daha sonra, o da evliydi, onunla da ilişkisi oldu, şair bu tabi olacak! Memur gibi yaşayamazdı Mayakovski! Yurt dışına çıkması için vize vermemeye başladılar. Sıkıldı, göremedi sevdiğini, kadın da kocasını bırakmadı. Küstü Mayakovski, içkiye vurdu kendini, içiyor diye kitaplarını vitrinlerden indirdiler…”

“İnsan Mayakovski”yi sevmedi Bolşevikler, aşık olan, içki içen bir asker istemediler. Ölünce, Triumfalnaya Meydanı’ndaki anıtta hatırası yaşattılar, Tiflis’te, Bakü’de, Yerevan’da okullara, sokakla verdiler adını. Sorsan, ağır hastalık, yanlış ilişkiler ve şahsi ıstıraplar yüzünden ani bir kararla canına kıydı derler, oysa Mayakovski’nin ölümünden rejim sorumludur, onu kullanan ve insan olmasını kabullenmeyen rejim…” demişti Sahak o gün bana…

Aklımda yıllarca inşa ettiğim Mayakovski’yi yerle bir etmiş, yerine, aşık, çaresiz ama insan Vladimir’i bırakmıştı…

Dün sabah, kitap raflarının tozunu alırken, Mayakovski’nin “Şiir Nasıl Yapılır’ı” gözüme çarptı. Tüm bu konuşmaları hatırladım. Bu zor günlerde Sahak ile tekrar konuşmak, kızım Anna’ya köyü gezdirmenin iyi bir fikir olduğuna inandım. Anne kız atladık arabaya, şarkılar söyleyerek köye vardık.

Sahak yoktu. Gönüllü olarak savaşa gitmiş. Numaramı bıraktım, dönerse aramasını ilettim. Köyü gezecek morali kendimde bulamadım. Köydeki gençler ile Anna, ağaçlardan elma topladılar, torbalara doldurdular, bize armağan ettiler.

Yol boyunca şarkı söyleyemedik, Anna yorgundu uyudu. Güzel insanlar neden savaşmak zorunda diye düşündüm. Bu kadar yapılacak şey varken dünyada, sonbahar gelmişken sohbet etmek varken şu güzel köyde, Neden? Savaşmak neden?

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com