HDP'li Gergerlioğlu, cezaevlerinde yakalandıkları ağır hastalıklar nedeniyle zamanında tahliye edilmediği veya tedavileri yapılmadığı için yaşanan can kayıplarını “cinayet” olarak niteledi: "Hasta mahkumları son ana kadar tutuyorlar, öleceğini anlayınca da bırakıyorlar, nasılsa çok yaşamaz diye"
ANKARA – Türkiye’deki cezaevlerinde tutulan hasta mahpusların yaşadıkları hak ihlalleri insan hakları savunucusu kurumlar ile aktivistler tarafından en sık dile getirilen sorunlardan biri. Geçen iki haftada cezaevlerinde kansere yakalanan, tedavileri tam yapılmayan, zamanında infaz erteleme verilmeyen, aldıkları ‘cezaevlerinde kalamaz’ raporlarına rağmen tahliyeleri geciktirilen gazeteci Mevlüt Öztaş ile yönetmen Fatih Terzioğlu’nun ölümü hasta mahpuslar konusunu bir kez daha gündeme getirdi.
İnsan Hakları Derneği (İHD) verilerine göre halen 604’ü ağır olmak üzere bin 605 hasta tutuklu cezaevlerinde bulunuyor. Durumu ağır olanların birçoğu hakkında Adili Tıp Kurumu ve hastane heyet raporları olmasına rağmen tahliye edilmiyor. Tutuklular ağır hastalıklarına rağmen, ‘Toplum güvenliği için tehlike oluşturmamak’ gerekçesiyle serbest bırakılmıyor. 2020 yılının ilk sekiz ayında beş hasta tutuklu, tahliye edildikten kısa bir süre sonra yaşamını yitirdi.
Başta ağır ve hasta tutuklular olmak üzere cezaevlerindeki mahpusları sık sık Meclis kürsüsünde gündeme getiren Hakların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili ve Meclis İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Üyesi Ömer Faruk Gergerlioğlu, Kronos’a hasta mahpus ölümlerinin “cinayet” olarak anılması gerektiğini söyledi. Ölümlerin, geç tahliye nedeniyle meydana geldiğini kaydeden Gergerlioğlu, “Yaşanan ölümler birer cinayet. Faili de siyasi iktidardır, kötülükte ortaklaşan devlet kurumlarıdır, bizzat Adalet Bakanlığı’dır” dedi.
Cezaevleri yönetimleri, yargı organları, Meclis’te milletvekilleri, Adalet Bakanlığı yetkilileri ve bazı hastanelerin doktorlarının mahpuslara ‘suç türüne göre’ muamelede bulunduğunu kaydederek, “Adeta düşman hukuku uygulanıyor. Sen şucusun, sen bucusun deyip en temel insan hakkı ihlal ediliyor. Doktor hasta geldiğinde suç türüne göre muamele yapıyor. Hastaneler, jandarmalar, gardiyanlar, hukukçular, sanki ortaklaşa bir karar alınmış gibi hareket ediyorlar” şeklinde konuştu.
Cezaevlerindeki sorunların 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminden sonra ilan edilen Olağanüstü Hal’den (OHAL) sonra daha çok arttığını kaydeden Gergerlioğlu, “İnsanlar göz göre göre ölüyorlar. Bu insan değerinin olmadığını gösteriyor. Siyasi kararlar ile tutuklular bırakılmıyor. Hasta tutukluların durumu cezaevi müdürlerinin keyfine bırakılmış durumda ve kimse sorgulamıyor. Mahkemeler raporlara rağmen insanları tahliye etmiyor. Bakanlığa söylüyoruz, Meclis’te konuşuyoruz, cezaevleri yönetimlerine iletiyoruz, hakimlere savcılara diyoruz, ama sanki karşımızda duvar var. Bu duvar topyekûn tüm kurumlarıyla devlet işte. Devletin en somut halini asla bir adım geri atmayan, asla vicdanı sızlamayan, en acı olay karşısında bile ‘olabilir’ diyen bu durumda görüyoruz. Büyük bir vicdansızlık görüyoruz” dedi.
Gergerlioğlu, son olarak Mevlüt Öztaş’la Fatih Terzioğlu’nun ölümlerinin geç gelen tahliyeler ile zamanında yapılmayan tedaviler nedeniyle gerçekleştiğini kaydederek, “Mevlüt Öztaş için kaç kere hastaneyi aradım, rapor için. Yok. Pandemi de bahanesi oldu bu dönemde hastanelerin. Heyet toplanacak, durum acil ama bir ay sonra diyor, iki hafta sonra diyor. Adamın durumu ciddi diyorsun, ne yapabiliriz, diyor. Benzer şekilde Fatih Terzioğlu’nda da aynı süreç yaşandı. Bu insanlar göz göre göre öldüler.”
Mahpusların ‘dezavantajlı grup’ olarak nitelenerek daha cezaevinde hastalanmaya başladığı andan itibaren zorlu bir süreç yaşadıklarına dikkat çeken Gergerlioğlu, şunları kaydetti:
“Mahpuslar dezavantajlı grup olarak nitelendiriliyor. Maalesef dezavantajlı. Daha ilk andan itibaren. Hastalanıyor revire gidemiyor, gittiğinde doğru düzgün bakılmıyor. Hastaneye gidecek randevu alınıyor, alınmıyor uzun sürüyor. Randevu alınıyor bu kez cezaevinden götürecek jandarmanın insafına kalıyor. Jandarmanın aracı olmuyor, personeli olmuyor vs. hastaneye gidiyor mahkum koğuşu yok. Hastanelerde birinci ikinci basamakta genellikle hastalık teşhisi tam yapılamıyor. Tahlil gerekli, yeniden bu süreç başından itibaren tekrar ediyor. Bir de pandemi dönemi, her çıktığında dönüşte 14 gün karantinada kalıyor tek başına. Öyle ki hastalar sırf dönüşte karantinada kalmamak, hiç olmazsa koğuşlarda arkadaşlarının yardımını alabilmek için hastanelere gitmekten vazgeçiyor. Hastalık teşhis edildikten sonra rapor işi uzuyor bu sefer de. Raporu alıyor, Adli Tıp onaylıyor, infaz hakimlikleri, mahkemeler direniyor bu sefer de. Meclis’te kanun teklifi verdik, Adli Tıp raporu çıkınca mahkeme kararı gerekmeden tahliye olunsun diye. Ama bu teklif aylardır gündeme alınmadı maalesef. Hasta mahpus bir deri bir kemik kalana kadar, artık öleceği hani nerdeyse belli olunca, ancak bırakılıyor. Aileler de seviniyor, eve götürüp bakacağız diye. Kısa bir süre sonra ölüyor maalesef. Çünkü bitme noktasına gelince bırakılmış.”
Cezaevleri yönetimlerinin hasta mahpusların içeride ölmemesi için ağır hasta mahpusları bir an önce çıkarmak istediğini kaydeden Gergerlioğlu, “Çünkü cezaevinde ölünce görev kusuru olarak onlara yazılıyor. Ne yapacak, ölmeden önce apar topar salmanın gayretine giriyor. Daha önce yaşadık bunları, apar topar hasta yatağında tahliye edilen mahpus eve varır varmaz ölüyor. Sonra biz soruyor Adalet Bakanlığı’na, cezaevlerindeki ölüm sayısı kaç diye. Cevap geliyor, rakamlar gerçekten de düşük. Çünkü kişilerin cezaevinde ölmesini istemiyorlar. Son ana kadar tutuyorlar, öleceğini anlayınca da bırakıyorlar, nasılsa çok yaşamaz diye. Oysa zamanında yapsa belki de kurtulacak. Son ölen iki KHK’lı arkadaş mesela yaşları genç. Kanserde yaş faktörü çok önemli. Ama hastalandıklarında tedaviye ulaşma süreçleri onlara ölüme götürüyor” şeklinde konuştu.