Hukukçu Kadir Öztürk: Şu anki hukuk rejiminde AİHM'in Yalçınkaya kararı sonrası Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi’nin yeniden mahkumiyet kararı vermesi ve sorumluluğu Yargıtay ya da AYM'ye bırakması beklenebilir bir şeydir. Ancak günün sonunda...
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), 26 Eylül 2023’te açıkladığı KHK’lı öğretmen Yüksel Yalçınkaya kararı KHK’lılar arasında da çok tartışıldı, tartışılıyor. Kararın beklendiği gibi sonuçlar doğurmayacağını savunanlar da var, her şeyin adım adım olacağına inananlar da oldu.
Peki karar gerçekten görmezden gelinebilir mi?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde müvekkillerini temsil ederek ulusal ya da uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan haklarını savunan avukat Kadir Öztürk’e göre durum öyle değil.
Hukukçu Öztürk diyor ki, “Ben her ay AİHM’e en az 10 başvuru yapıyordum. Yalçınkaya kararı çıktıktan sonra, yani 15 aydır ByLock ile ilgili bir kere bile başvuru yapmadım. Çünkü Anayasa Mahkemesi, Yalçınkaya kararından sonra Bylock ile ilgili olumsuz bir karar vermedi. Bakın bu çok önemli. Bu, Anayasa Mahkemesi’nin Yalçınkaya kararından doğrudan etkilendiğini, bir anlamda bu kararın bağlayıcılığını zımnen kabul ettiğini gösteriyor.”
AİHM, Türkiye’yi uluslararası hukuk önünde çok zor durumda bırakan Yüksel Yalçınkaya kararından sonra AKP hükümetine önünde benzer 8 bin daha dosya olduğunu duyurmuştu.
ByLock kullanımı iddiasına dayanan mahkumiyetlere ilişkin şikâyetleri kapsayan bu dosyaları, ilki 18 Aralık 2023’te olmak üzere 1000’er dosya halinde hükümete bildirmeye başladı. İkincisi 29 Nisan 2024’te, üçüncüsü 25 Haziran 2024’te, dördüncüsü 25 Kasım 2024’te olmak üzere toplam 4.000 başvuru hükümete bildirildi.
Kalan 4 bin dosyayı da dört aylık periyodlar halinde bildirmeye devam edecekler. Kadir Öztürk’e bu bildirimlerin ne anlama geldiğini ve Yalçınkaya kararının etkilerini sorduk.
Kadir Öztürk, genç bir hukukçu. Hukuk öğrenimini, 19 Mayıs Üniversitesi Ali Fuad Başgil Hukuk Fakültesi’nde tamamlamış. Şu anda Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi Özel Hukuk Anabilim Dalında yüksek lisans yapıyor. Bir yandan da müvekkillerini uluslararası yargı organları nezdinde temsil ederek, ulusal ve uluslararası sözleşmelerle koruma altına alınmış haklarını savunuyor. Bu alandaki uzmanlığı çerçevesinde ülke genelinde birçok hukuk bürosuna danışmanlık hizmeti veriyor.
AİHM, Türk hükümetine geçen yıldan bu yana 1000’er, 1000’er dosya gönderiyor. Bunun anlamı nedir?
AİHM’in bu bildirimleri yapmasının iki temel anlamı var. Birincisi, AİHM artık Türkiye’de yıllardır devam eden hukuka aykırı yargı süreçlerine doğrudan müdahale ediyor. Özellikle ByLock’a dayanan mahkumiyetlere yönelik başvuruları ele alması tesadüf değil. Çünkü ByLock hem uluslararası hukuk hem de evrensel adalet standartları açısından ciddi bir hukuki tartışma konusu. Yalçınkaya davasında verilen Büyük Daire kararı, bu tartışmanın artık sona erdiğini, ByLock’un hukuki bir delil olarak kullanılamayacağını net bir şekilde ortaya koydu. AİHM’in bu karara dayanarak hareket etmesi, bundan sonraki süreçte de benzer dosyalarda aynı yönde kararlar vereceğinin güçlü bir göstergesi.
İkinci olarak, AİHM’in Türk hükümetine bu dosyaları parça parça iletmesi, Mahkeme’nin yalnızca iş yükünü zaman içinde dağıtma çabası değil, aynı zamanda hükümete bir mesaj verme yöntemidir. Şöyle bir mesaj veriyor AİHM: “Biz, Yalçınkaya kararımızda duruşumuzu net bir şekilde ortaya koyduk. 8 bin dosyanın tamamında da aynı tespitleri yapacağız. Ve sizin de on binleri etkileyen, yıllardır süregelen bu sistematik sorunu, benim değerlendirmelerimi dikkate alarak çözmeniz gerekir. Bu dosyaları peyder pey ele almam da bu sorunu çözüme kavuşturma ve de gelmesi muhtemel on binlerce dosyanın önüme gelmemesi adına size tanımış olduğumuz bir zaman olarak değerlendirin.’
Peki o zaman hükümet ne diyebilir? Niye bildirim yapılıyor ki…
Türk Hükümeti, esasen başvuruların olgusal yönlerine atıfta bulundukları ve Mahkeme tarafından Yalçınkaya kararında veya Türkiye’ye karşı diğer benzer davalarda halihazırda karar verilmiş olan ön itirazlara veya yasal konulara atıfta bulunmadıkları ölçüde, başvurucuların şikayetleri hakkında görüşünü sunabilir. Yani, asla şikâyetin esasına, ByLock delil değerine, ByLock kullanımı iddiasının terör örgütü üyeliği suçunu oluşturup oluşturamayacağına ilişkin herhangi bir açıklama yapamaz. Zaten Hükümet’in bu minvaldeki itirazları Yalçınkaya kararında kesin bir şekilde reddedilmişti.
Mesela Hükümet diyebilir ki: ‘Böyle bir insan yok!’. Başvuruları postayla gönderiyoruz ya, o bilgiler esasen hatalıysa Hükümet, ‘başvuru formunda belirtilen bilgilerde herhangi biri yok!’ diyebilir. Ya da ‘Böyle bir başvurucu vardı ama vefat etti, ailesi de davayı takip etmek niyetinde olduğunu bildirmedi’ de diyebilir. Veya ‘başvurucu, ByLock kullandığı iddiasıyla değil başka iddialarla ceza almış, başvuru formundaki beyanı yanlış!’ da diyebilir. Veya Hükümet, ‘iç hukuk yollarını tüketmemiş’ ya da ‘başka bir suçtan ceza almış’ görüşlerini sunabilir. Tabi verdiğim örneklerin tamamında, durum öyleyse.
Bunların dışında AİHM’in ByLock’a ilişkin değerlendirmelerine itiraz edemez Hükümet. Daha çok AİHM’e sunulan başvuru formunda gerçeğe aykırı olgu hataları varsa onlarla ilgili açıklama yapabilir.
Peki AİHM 8 bin dosya ile ilgili kararı sizce ne zaman verir?
Karar çıkması uzun sürer. Çünkü İlk grup 18 Aralık 2023’te bildirildi. Bir yıl oldu neredeyse. Karar 2025 veya 2026’ya sarkabilir. Her ne kadar Yalçınkaya kararından sonra AYM, ByLock’a ilişkin şikayetleri beklemeye almış ve dolayısıyla da bu minvalde AİHM’e giden şikayetler durmuş olsa da AİHM önündeki ByLock’a ilişkin başvuru sayısı sekiz bini geçmiştir. Çünkü Yalçınkaya kararının gerekçesinin yazılması ile bu kararın yayımlanması arasındaki süreç aylarca sürmüştür, bu süreçte ve de Yalçınkaya kararında sonra da kısa bir süre AYM karar vermeye devam etmiştir.
Süreç hala devam ediyor ama yüzde yüz ihlal kararı verilecek. Yani AİHM, Yalçınkaya kararını dikkate alarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. ve 7. maddelerinin ihlal edildiğini açıklayacak. Bu insanları hukuka aykırı şekilde mahkûm etmişsin diyecek. Aslında, AİHM dosyaları biner biner bildirerek bu gerçeği önceden kamuoyuna açıklamış oluyor. AİHM’in ihlal kararı sonrası başvuruların tamamı, CMK madde 311 kapsamında bir yıl içinde kendi yargılandıkları mahkemeye yeniden yargılanma talebinde bulunabileceklerdir.
Bazı KHK’lıların ‘Yalçınkaya kararı bir işe yaramadı, çıktı da ne oldu’ gibi umutsuz bir yaklaşımları var. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Hayır, kesinlikle bu kararı etkisiz ya da işlevsiz olarak değerlendirmek mümkün değil. Öncelikle şunu belirtmek isterim: Yalçınkaya kararı, hukukun üstünlüğüne dair önemli bir mihenk taşı oluşturmuştur. Ben normalde her ay AİHM’e ona yakın başvuru yaparken Yalçınkaya kararından sonra, yani 15 aydır esasen ByLock kullanımı iddiasına dayanan şikayetlere ilişkin tek bir başvuru dahi yapmadım. Çünkü bu süreçte Anayasa Mahkemesi, esasen ByLock kullanımına dayanan mahkumiyetlere ilişkin herhangi bir olumsuz karara imza atmadı. Tabi bu konuda, süre aşımı iddiasıyla kabul edilemez olarak ilan edilen başvuruları hariç tutmak isterim. Bu, Anayasa Mahkemesi’nin Yalçınkaya kararından doğrudan etkilendiğini, bir anlamda bu kararın bağlayıcılığını zımnen kabul ettiğini gösteriyor.
Yalçınkaya kararı, sadece bireysel bir hak ihlali tespitinden ibaret değil, aynı zamanda Anayasa Mahkemesi ve diğer yerel mahkemelere bir yol haritası sundu. Mahkemeler artık ByLock gibi güvenilirliği ciddi şekilde sorgulanan bir veri üzerinden ceza tesis etmekten çekiniyor. Bu gelişmeyi görmezden gelmek veya küçümsemek, hukukun zaman içinde kendini yenileme ve doğruya yaklaşma potansiyelini hafife almak anlamına gelir. Yani bu kararın etkisiz olduğunu düşünenler, sürecin hızını ve kapsamını anlamakta eksik kalıyor olabilirler.
Yalçınkaya kararının mahkemeler üzerinde etkisi oldu o zaman?
Verdiğim bu istatistik, Yalçınkaya kararının yerel mahkemelerin üzerinde değil, AYM üzerinde etkisi olduğu gösterir.
Bazı avukatlar mahkumiyet ya da ceza bekledikleri dosyaların bozulduğunu ya da beraat kararı verildiğini söylüyorlar ve bunu Yalçınkaya kararına bağlıyorlar.
Ülke genelindeki yerel mahkemeler önündeki güncel yargılamaları takip edemiyorum ama Yargıtay güncel kararlarına vakıfım. Eğer bu sürecin başına dönecek olursak; 15 Temmuz’dan hemen sonra herkes, toplu bir liste muhteva eden bir excel çıktısıyla tutuklanıyordu. Daha sonra yerel mahkemeler tek sayfalık ‘ByLock CBS Sonuç Raporu’nu talep eder ve bunu dikkate alır oldu. O zamanlar yerel mahkemeler söz konusu tek sayfalık bir bilgisayar çıktısına bakarak ‘Tamam, sen teröristsin!’ deyip bu çıktıyla tutukladılar. Süreç biraz daha ilerledi, Yargıtay bu sefer HTS ve CGNAT kayıtları istedi. Yani yargılamalardaki bariz hukuksuzluklar bu şekilde bu küçük küçük adımlarla hukuka doğru evrilmeye başladı. Daha sonra Yargıtay HTS ile CGNAT uyumunu da kabul etmemeye başladı. HTS kayıtları da olsa ByLock tespit ve değerlendirme tutanağı olacak denildi. Daha sonra bunu da yeterli görmedi. ‘HTS ve CGNAT kayıtları birbirine uyacak ve içerik de olacak!’ dedi. Yargıtay’ın bu içtihadı, yıllarca bu şekilde uygulandı. Yargıtay daha sonra tekrar içtihat değiştirdi ve dedi ki; HTS ve CGNAT birbirine uyacak, tespit ve değerlendirme tutanağı olacak, ByLock da ekli kişiler varsa bunların ifadesine başvurulacak. Bakın süreç nerden nereye geldi.
Şu an mahkemeler, kişi ByLock kullansa, içerik olsa dahi ceza vermekten çekiniyorlar. ByLock’ta ekli bir kişi ‘Bu adam benimle Bylock’tan konuştu.’ derse, işte o zaman ceza veriyorlar. Yerel mahkemeler, nasıl elde edildiği belli de olmayan ByLock’a ait dijital veriler esas alınarak hazırlanan raporlarını tek başına dikkate almayıp sanığın ByLock kullandığı iddiasını delillendirmek amacıyla ‘bir tanığın -yani sanığın ByLock’una ekli herhangi bir kişinin- ağzından bu hususu duymak’ istiyor. Bir tanık, sanığı kastederek ‘Evet ben falanca ile ByLock’tan konuştum.’ derse işte o zaman o sanığa ceza veriliyor. Süreç içinde Yargıtay’ın belirlediği kriterler daha da sıkılaştırılmıştır. Bu durum, yargı mekanizmasının giderek hukuka uygunluk yönünde adım attığını gösteriyor. Elbette bu süreç mükemmel değil ve hala ciddi sorunlar var. Ancak Yalçınkaya kararının bu evrimi hızlandırdığı da bir gerçektir.
Şu anki bahsettiğim içtihat da kesinlikle hukuki değil ama 8 yıllık kazanıma ve bu sekiz yılda ulaşılan seviyeye baktığımız zaman bence yine de iyi bir gelişme olarak kabul edilmeli. Bundan sonra yavaş yavaş AYM kararıyla birlikte Bylock’tan ceza verilmeyecek diye umuyorum. AYM’nin ByLock ile ilgili şikayetleri çözüme kavuşturacağını inanıyorum. Tabi bu süreç biraz zaman alacak.
Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi, KHK’lı Yüksel Yalçınkaya’yı AİHM kararından sonra tekrar yargıladı ve yine aynı cezayı verdi. Olumsuz düşünülmesinin sebebi bu olabilir mi?
Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi, AİHM Büyük Dairesi’nin Yalçınkaya kararını tanımayarak sanık Yüksel Yalçınkaya hakkında yeniden aynı mahkûmiyet hükmünü verdi. Bu karar istinaf ve temyiz incelemesinden daha sonra gerekirse AYM incelemesinden de geçecektir. Bu aşamaların birinde AİHM kararına uyulması muhtemeldir. Şu anki hukuk rejiminde Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi’nin sorumluluğu Yargıtay ya da AYM’ye bırakması beklenebilir bir şeydir. Bu bakımdan Kayseri Ağır Ceza Mahkemesi’nin AİHM kararı hiçe saymasını ve de Yalçınkaya’yı tekrar mahkûm etmesini çok kaygı duyulacak, hukuki zeminde verilen mücadele azmini kırarak bir gelişme olarak görmüyorum. Günün sonunda AİHM önünde mevcut ve de gelmesi muhtemel on binlerce davanın olduğu dikkate alan Türk Hükümeti’nin ve de Türk yargısının AİHM’in tespitlerine uyacağına inanıyorum.