İktisatçı-yazar Mustafa Sönmez, temel gıda maddelerinde hergün yaşanan fiyat artışının nedenlerini Kronos'a anlattı: AKP’nin bir ekonomi politikası yok, siyaset hedefleri var. AKP için ekonomi, seçmen kitlesini yanına çekme aracı. Gıda enflasyonu esastır, o düşmedikçe enflasyon düşmez.
Gıda fiyatları dünyada Rusya-Ukrayna savaşı, pandemi ve iklim krizi gibi nedenlerle artışa geçse de son bir yıldır düzenli olarak düşme eğiliminde. Türkiye hariç. Türkiye, yüksek gıda enflasyonunda 38 OECD ülkesi içinde Arjantin’den sonra ikinci sırada yer alıyor.
Ocak 2023’te yayınladığı raporla gıda enflasyonunun en yüksek görüldüğü ülkeleri açıklayan Dünya Bankası’nın listesine ise 5. sıradan giren Türkiye’nin önünde Zimbabve, Venezuela, Lübnan ve Arjantin var.
Gıda fiyatları dünyada son 1 yılda yüzde 11,8 gerilerken, Türkiye’de resmi rakamlara göre 2023 Eylül’de yıllık yüzde 75 artış gösterdi.
Araştırmalar yoksul insanların gelirlerinin yüzde 30 ile yüzde 70 arasındaki bölümünü gıdaya harcadıklarını söylerken, bu ‘yoksulun enflasyonu’nun daha fazla olduğu anlamına geliyor. DİSK-AR, yüzde 75 olarak açıklanan gıda enflasyonunu emeklilerde yüzde 92.3, en yoksul yüzde 20’lik gelir grubunda ise yüzde 118 olarak ölçtü.
Gıdanın vazgeçilmez bir harcama kalemi olduğunu hatırlatıp, fiyat artışlarının önüne geçmenin ancak üretimle, üretimi desteklemekle mümkün olabileceğini söyleyen iktisatçı-yazar Mustafa Sönmez, “AKP iktidarı sadece faizleri arttırarak enflasyona yol açan bazı rüzgârları kesebileceğini düşünüyor. Belki kimi etkileri olabilir ancak bunlar yetmez. Gıda enflasyonu esastır, elimine edilmedikçe problemle kolay kolay baş edilemez” diyor.
“Gıda enflasyonunun bu kadar yüksek olması, büyük ölçüde tarımın geriletilmiş olmasıyla ilgili” diyen Sönmez sorularımızı yanıtladı.
GIDA ENFLASYONU, TÜRKİYE’DEKİ ENFLASYONUN OMURGASIDIR
2023 Eylül enflasyon rakamları açıklandı ve siz gıda enflasyonuna özellikle dikkat çektiniz. Dünyada gıda fiyatlarının düştüğünü biliyoruz ama Türkiye’de neden artıyor?
Gıda enflasyonu, Türkiye’deki enflasyonun aslında omurgası… TÜİK rakamlarına göre yıllık yüzde 75, TÜFE ise 61,5. Genelin epey üzerinde bir gıda enflasyonu var ve bu TÜFE’yi de yukarı çekiyor.
Gıda enflasyonunun bu kadar yüksek olması, büyük ölçüde tarımın geriletilmiş olmasıyla ilgili. Gıda enflasyonu tarımsal ve hayvansal üretimin yeterli olmamasından, arz eksikliğinden kaynaklanıyor. Türkiye’nin hayvan varlığı kırmızı et üretimi, süt ürünleri üretimi, sebze-meyve üretimi içeriden gelen talebi karşılamıyor. Bu alandaki üretim yeterli olmayınca, arz eksikliğinden dolayı fiyatlar yükseliyor.
Kuşkusuz akaryakıt fiyatlarındaki artıştan dolayı taşımadan kaynaklanan ithal girdilerin -gübre, ilaç yine mazot gibi- fiyatlarının artmış olması da gıda fiyatlarını yükseltiyor ancak bunların da tümü yine üretim azlığıyla ilgili…
FİYAT ARTIŞLARININ ÖNÜNE GEÇMEK ANCAK ÜRETİMLE MÜMKÜN
Gıda enflasyonunu, faiz artışlarıyla düşürmek mümkün mü? Faiz arttırmanın toplum için anlamı nedir, sonuçları ne olacak?
Arttırılan faizle amaçlanan şu: Politika faizlerini arttıralım, bununla öncelikle kredi faizleri artsın, kredi faizleri pahalılaşınca ekonomi yavaşlasın. Aslında istedikleri şey ekonomiyi soğutmak… Dolayısıyla ekonomide özellikle iç pazara dönük üretim yavaşlasın, bu ithalatı da yavaşlatsın, dövize talebi ve döviz fiyatlarını da ağırlaştırsın ve döviz yükselişinden kaynaklı enflasyonist etki elimine olsun ki böylece fiyatların burnu kırılsın. İstedikleri şey bu…
Ancak söylediğim gibi talep daraltmak kendi başına yeterli değil. Burada özellikle gıda, vazgeçilmez bir harcama kalemi. Fiyat artışlarının önüne geçmek ancak üretimle, üretimi desteklemekle mümkün olur. AKP iktidarı bunu hiç dile getirmiyor, sadece faizleri arttırarak enflasyona yol açan bazı rüzgârları kesebileceğini düşünüyor. Belki bazı etkileri olabilir ama bunlar yetmez. Gıda enflasyonu esastır, elimine edilmedikçe problemle kolay kolay baş edilemez.
VARSA YOKSA FAİZ POLİTİKALARI
Gıda enflasyonuyla mücadelenin yolu nereden geçiyor?
Burada faiz politikalarıyla önlenemeyecek bir problem var. Sorunu çözmenin yolu; tarımı ve hayvanlığı ayağa kaldırmak, arzı çoğaltmak ve ona göre fiyatları makul bir yere çekmekten geçiyor. Gerekli olan bu ama hem hükümetin hem Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadele adına ortaya koydukları yaklaşımlarda bunlardan pek bahsedilmiyor. Gıda arzını arttırma ve tarımı canlandırma meselesine çok girilmiyor. Varsa yoksa faiz politikaları ve belki biraz da maliye politikalarıyla enflasyonu geriletme iddiası üzerine bir yaklaşım görüyoruz. Ancak üretimi arttırıp, arzı çoğaltmadıkça gıda enflasyonu kolay kolay çözüme ulaşmaz.
Gıda enflasyonu, dışarıda yenen -lokanta, restoran, büfe vs.- yemeklere ödenen fiyatları da birebir etkiliyor. O da çok yüksek, orada da yıllık yüzde 92’ye ulaşan bir enflasyon söz konusu ve dolayısıyla Türkiye’nin esas olarak gıdadan kaynaklanan bir problemi var.
AKP’NİN EKONOMİ POLİTİKASI YOK, SİYASET HEDEFLERİ VAR
AKP tarımsal ve hayvansal ürünlerde neden dışa bağımlı, ithalata dayalı bir ekonomi politika izliyor, ülkenin zengin tarım ve hayvancılık potansiyelini neden kullanmıyor?
AKP’nin aslında bir ekonomi politikası yok, siyaset hedefleri var. AKP için ekonomi, seçmen kitlesini yanına çekmek ve onların desteğini sürekli kılmak için hep basamak oldu.
Önceleri 2001’de IMF’den gelen krediler, arkasından özelleştirmeden elde edilen gelirler ve yaratılan olumlu imajla dışarıdan akan kaynaklar çarçur edildi. Dış kaynaklar ithalata kullanıldı hatta içeride hem tarım hem sanayi ürünleri aleyhine ithalat yapıldı.
Üretici burada büyük ölçüde mağdur edildi özellikle çiftçiler yeterli destek görmedikleri ve ithalata maruz kaldıkları için topraklarını ekemediler, tarımı terk etmek zorunda kaldılar. Kuşkusuz bu toprak terkinde, tarımın gerilemesinde Doğu ve Güneydoğu’da yaşanan savaş ortamı da etkili oldu, üreticilerin önemli kısmı topraklarını terk etti.
Ama daha çok; destekleyici tarım politikalarının olmaması çiftçinin kendini yalnız hissetmesini getirdi. Sürekli yaşanan dalgalanmalar üretimi aksattı, geriletti, çiftçiyi küstürdü.
Türkiye’de çiftçilerin yaş ortalaması 55. Kırsaldaki genç ve orta yaşlı nüfus artık tarımla ilgilenmiyor, şehirlere gittiler. Tarım ve hayvancılıkta politikasızlıktan kaynaklı bir çöküş yaşandı fakat daha da kötü olan bununla yüzleşilmemesi, tarımı ayağa kaldıracak politikaların halen olmaması. Bütün bunlar yan yana gelince ortaya devasa bir gıda problemi çıktı. Aslında Türkiye’de enflasyondan ziyade gıda enflasyonu problemi var.
ENFLASYONU DİZGİNLEMEK ADINA ÜCRETLERİ FRENLEYECEKLER
14-28 Mayıs seçimlerinin ardından Mehmet Şimşek’in başına getirildiği ekonomi yönetimini değerlendirirken “Bu ağır operasyon, seçim öncesinde halı altına itilmişti” yorumunu yapıyorsunuz. ‘Ağır operasyon’ dediğiniz şimdilerde Şimşek’le temsil edilen ekonomik yaklaşımlar mı?
Henüz değil. Önümüzde yerel seçimler var ve o zamana kadar daha ılımlı politika arayışları söz konusu.
Enflasyonu dizginlemek adına yapacakları şey, ücretleri-maaşları frenleyecekleri vahşi bir politika… Böylece iç talebi daraltarak ekonomiyi soğutma ve fiyatları bu yolla frenleme niyetindeler. Bu tablo, seçimlerden sonra beraberinde ağır emek karşıtı politikaları gündeme getirecek. Yerel seçimlere kadar ılımlı davranacaklar ama asıl acı reçete seçimlerden sonra uygulanacak.
İNSANLAR BİRİKİMLERİNİ HÂLÂ DÖVİZ OLARAK SAKLAMAK İSTİYOR
Faiz artırımlarıyla dövizi baskılamayı hedefleyen iktidar, bu niyetine ulaşmış gibi görünmüyor. Sert ve art arda yapılan faiz artışlarına rağmen bugün dolar/TL kuru 27 liranın üzerinde. Bunun anlamı nedir?
Faiz artırımının yeterli olmadığı anlamına geliyor, halen de değil. İnsanların dövize yönelişleri ve ekonomide belli bir canlılık ile ondan kaynaklanan ithalat ihtiyacı var. Dolayısıyla dövize talep var. Politikalara tam güven yok, insanlar birikimlerini hâlâ döviz olarak saklamak istiyor. Bunlar döviz fiyatlarını yükseltici etkenler.
Merkez Bankası ise borçlanarak swap yoluyla elde ettiği dövizleri arka kapı satışlarıyla kuru frenlemeye çalışıyor. Bu da başka bir çarpıklığı gündeme getiriyor çünkü sürdürülebilir değil. Merkez Bankası kendine ait olmayan dövizlerle, dövizi bastırmaya çalışılıyor ve bunun da başka türlü maliyetleri ortaya çıkıyor.
TÜRKİYE’DE 8,5 MİLYON İNSAN İŞSİZ
Açıklanan Orta Vadeli Program’da enflasyonu düşürme hedefiyle birlikte bir diğer konu da istihdam. OVP, işsizliği 2024 için yüzde 10,3, 2025 için yüzde 9,9 olarak öngörüyor.
‘Dar tanımlı işsizlik’ yüzde 10 civarında gösteriliyor ama esas önemli olan ‘geniş tanımlı işsizlik’tir. İnsanların büyük bölümü iş bulamayınca iş gücü olmaktan, dar tanımlı işsiz tanımından çıkıyorlar. Çünkü dar tanımlı işsizlikte, iş arıyorsanız sizi işsiz sayıyorlar ama iş aramaktan yorulmuşsanız ve artık bir iş arama mecrasını kullanmıyorsanız işsiz olsanız bile sizi işsiz saymıyorlar.
Türkiye’de son yıllarda ağır basan eğilim, iş aramaktan bıkmak ve artık iş aramamak eve çekilmek şeklinde… Bu bahsettiğimiz geniş tanımlı işsizlik Türkiye’de yüzde 25’e yaklaşan bir oranda seyrediyor. İşsizlik fotoğrafını buradan konuşmak gerek… Dar tanımlı işsiz sayısı 3,5 milyon, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 8,5 milyona yaklaşıyor ve 5 milyon atıl işgücü var. Buraya böyle baktığımızda devasa bir işsizlik probleminin olduğunu söylememiz lazım.