Almanya’daki Dayanışma Festivali’nde Türkiye’deki hak ihlalleri konuşuldu

TTB Başkanı Fincancı, Harbiyeli annesi Melek Çetinkaya, HDP'li Yiğitalp ve insan hakları aktivistleri Köln'de düzenlenen 3. Dayanışma Festivali'nde buluştu. Gündem, Türkiye'deki insan hakları ihlalleri ve cezaevlerinde yaşanan sorunlar.

SELAHATTİN SEVİ 23 Ekim 2022 DÜNYA

Köln'deki Dayanışma Festivali'nde (Festival der Solidarität) Türkiye'deki hak ihlalleri konuşuldu. (FOTOĞRAFLAR: SELAHATTİN SEVİ)

Almanya’nın Köln kentinde gerçekleştirilen Dayanışma Festivali’nin (Festival der Solidarität) üçüncüsünde Türkiye’deki hak ihlalleri konuşuldu. Açılış konuşmasını Köln Belediye Başkanı Andres Wolter’in yaptığı festivalde Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur, Harbiyeli annesi Melek Çetinkaya, HDP Milletvekili Sibel Yiğitalp ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri gibi insan hakları savunucuları söz aldı. CHP İstanbul Milletvekili Sezgin Tanrıkulu video mesajı ile festivale katılırken tutuklu siyasetçi Selahattin Demirtaş’ın eşi Başak Demirtaş yurt dışı yasağı nedeniyle programa katılamadı.

Açılış konuşmasında Türkiye’deki tüm politik tutuklamaları, keyfi uygulamaları ve insan hakları ihlallerini yakından takip ettiklerini belirten Köln Belediye Başkanı  Wolter, “Erdoğan kendi alanının daraldığını bildiği için sansür yasasını getirdi. Sesini duyuramayanların sesi oluyorsunuz. Özgürlük için Köln’de yaptığınız nöbetleri ve yürüyüşleri takip ediyoruz” dedi.

Katılımcılar “Kadın-Yaşam-Özgürlük” pankartı ile İranlı kadınlarla da daşanışma fotoğrafı verdi.

‘CEZAEVİ SORUNLARINI HAPİSHANEDE YAKINDAN GÖRDÜM’

Türk Tabipler Birliği Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur, cezaevlerindeki sağlık sorunlarını hapishaneye girdiğinde daha yakından tanıma imkanı bulduğunu vurgulayarak, “Tek kişilik hücrelerde havalandırma yok, güneşi görme ihtimali yok. Yaşama bağlanmak için bir yeşil bitkiyi yoğurt kaplarında yetiştirenlerin ellerinden alınıyordu.” ifadelerini kullandı.

Korur, özgürlüğü elinden alınmış insanların sağlığa erişim süreçlerini özetlediği konuşmasında, bir mahpusun revire çıkma dilekçesi vermesinden muayene odasına ulaşıncaya kadar devam eden evreleri anlattı.

Cezaevlerinde deneyimli uzman hekimlerin olmadığını, hastaların aile hekimleriyle muhatap olduklarının kaydeden Korur, hasta mahpusların sevk olundukları sağlık kurumuna elleri kelepçeli olarak ‘tek kişilik hücreye dönüştürülmüş olan’ cezaevi araçlarında götürüldüklerini belirterek, muayene odasında da kelepçelerin çözülmediğini ve güvenlik görevlisinin eşlik ettiğini anlattı.

Korur, pandemi döneminde hasta mahpusların sağlığa erişimde sorunlar yaşadıklarını aktarırken, aşılamada öncelik verilmesinin olumlu olduğunu ve bunun koruyuculuğu artırdığını bildirdi: “Covid-19 salgını cezaevlerinde. Ama öyle olmadı bir de aşılama konusunda bir öncelik tanımlaması yapıldı toplu yerlerde oldukları için. Hızlı bir şekilde aşılandılar. Bunun da koruyuculuğu ayrıca görüldü.”

‘HÜCRE CEZASINA EŞDEĞER KOŞULLAR VAR’

Korur konuşmasını şöyle sürdürdü:

2016’nın 20 haziranında tutuklandığımızda, içeriden gözlem yapabilme olanağımız olmasından önemsemiştim. Hem revir koşulları ve sağlık çalışanlarının durumunu hem de tabi ki sistemin ne olduğunu… Ama sadece sınırlı bir gözlem ve Türkiye’de belki de en iyi koşullarda olan Bakırköy Kadın Tutukevi gözlemiydi bu. Oysa biz biliyoruz şimdi çok çeşitli cezaevleri yapıldı. Özellikle yüksek güvenlikli cezaevlerinde neredeyse hücre cezasına eşdeğer koşullar var. İnsanlar tek kişilik yerlerde tutuyorlar, havalandırma olanaklarından yoksun bırakıyorlar, havalandırma olan yerlerde de havalandırmaların üzerine son dönemde tel kafeslerle kapatmaya başladılar. Dolayısıyla insanların güneşi görebilme olanağı bile ortadan kalkıyor. Gene de mahpusların ne kadar yaratıcı olduklarını söylemeden edemeyeceğim. Örnekleyin, Bakırköy’de kaldığımız sürede kadın mahpusların havalandırmaya düşen o küçücük filizlerden gardiyanlardan kaçırarak yoğurt kaplarında bir yaprak olsun yeşillik yaratmaya çalışmaları çok kıymetliydi bence. Yaşama bağlılığının bir göstergesiydi. Ama dönem dönem o yeşil yapraklı yoğurt kapları da.

‘İNSANLIK ONURUNA YAKIŞMAYACAK UYGULAMALAR VAR’

Türkiye genelinde de sağlığa erişimle ilgili sorunlar olduğunu unutmamak gerekiyor. Tabii cezaevlerinde bu sorun da çok daha derin. Çünkü özgürlüğünden alıkonulmuş insanlar. İnsanlık onuruna yakışmayacak uygulamalarla hastanelere götürüldüğünde bunu reddettiler kaçınılmaz olarak. Tabii ki bunun yanı sıra örneğin bir cezaevinde beslenme ile ilgili özel bir takım düzenlemeler yapıldı Silivri’de. Hele bir de kronik hastalıkları olan, özel beslenme reçetesi uygulanması gereken insanlar için bunların uygulanmaması kronik hastalıkların daha da ilerlemesine neden oldu.

‘SAĞLIK SORUNLARI CEZAEVİNDE AĞIRLAŞIYOR’

Türkiye’deki tüm mahpusların tamamının ciddi sağlık sorunları var ve bunlar da cezaevinde kalma ile gelişmiş ve ağırlaşmış kronik sağlık sorunları. Hele hepsinin ağız sağlığı bozuk: Diş problemleri var. Bu kadar uzun bir süre cezaevinde kalanın getirdiği başka ruhsal etkiler var. Bir bütün olarak bakıldığında hem ruhsal hem de bedensel hem de toplumsal intikallerinin ile derece bozulduğunu görüyoruz.

YİĞİTALP: HERKESİN SORUMLULUĞU VAR

HDP Milletvekili Sibel Yiğitalp ise konuşmasında, ortak tutum almanın önemini vurgulayarak,  “Herkesin kendi mahallesindeki tutumundan çıkıp ortak payda gibi bir sorumluluğu var” ifadelerini kullandı. Yiğitalp, “Meriç’ten geçerken çocuklar katledilmemeli, anneler hapiste kalmamalı ama cezaevindeki siyasetçiler de unutmamalı” dedi.

Kimyasal silah kullanımı tartışmalarına ilişkin de görüşlerini dile getiren Yiğitalp, “Kimyasal kullanımı suçtur, kimyasal kullanmadığını söylüyorsanız bağımsız bir heyet gider inceleme yapar.” şeklinde konuştu.

TANRIKULU: DARBE DÖNEMLERİNDEN DAHA AĞIR İHLALLER VAR

Toplantıya bir video mesajı ile katılan CHP Milletvekili Sezgin Tanrıkulu, Türkiye’nin darbe dönemlerinden daha ağır insan haklarının olduğu bir dönemden geçtiğini söyledi. Hükümetin bütün Türkiye’de zalimlikte ve zulümde eşitlik sağladığını ifade eden Tanrıkulu, hak ihlallerine karşı yargının, medyanın ve TBMM’nin işlevsiz kaldığını belirtti.

Sistematik işkence kötü muamelenin varlığına dikkati çeken Tanrıkulu, Aysel Tuğluk gibi çok ağır hastaların durumuna dikkat çekti.

Düşman  ceza hukuku nedeni ile mahpusların da mahpus yakınlarının da cezalandırıldığını söyleyen Tanrıkulu, “Şimdi dayanışma ve mücadele zamanı, Aramızdaki önyargıları kaldıralım. Bunun için cesaretimiz de umudumuz da var” şeklinde konuştu.

ÇETİNKAYA: SESİMİ SOSYAL MEDYADA DUYURDUM

Harbiyeli annesi Melek Çetinkaya ise, 19 yaşında evlendirildiğini, 20 yaşında anne olduğunu belirttiği konuşmasında, “Muhafazakar, evinde iş ve temizlik yapan bir kadındım. Ankara’da oturuyordum ama Ulus’u, Kızılay’ı bile bilmiyordum.” diyerek 15 Temmuz’dan sonra oğlunun ve arkadaşlarının karşılaştığı hukuksuzlukları görerek nasıl aktivist olduğunu anlattı. Çetinkaya, bunun için en başta eşini, ailesini ve yakınlarını ikna etmesi gerektiğini söyledi.

Sosyal medyanın önemine değinen Çetinkaya, “Ben sesimi sosyal medyadan duyurdum. Sosyal medya olmasa burada da Alevisiyle, Kürdüyle bir arada olamazdık.” dedi.

Oğlu Taha Furkan Çetinkaya’nın 6 yıllık bir tutukluluktan sonra beraat ettiğini söyleyen Çetinkaya, “Oğluma ve arkadaşlarına ilk gözaltına alındığı günlerde ekmek ve su dahi verilmedi. Aç bırakılmışlardı. Kötü muamele gördüler.” diye konuştu.

Çetinkaya, davet edildiği her yerde konuşacağını ve her yere gideceğini söylediği konuşmasına şöyle devam etti: “Hep diyorlar ya 15 Temmuz’u unutturmayacağız. Ben unutturmayacağım… 251 şehit hepimizin şehidi. Onları öldürenler de, 15 Temmuz’dan sonra yapılan hukuksuzluklar da ortaya çıkarılmalı.”

YOLERİ: İNTİHARLAR ARTIYOR, ÖZEL OLARAK TARTIŞILMALI

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şube Başkanı Gülseren Yoleri ise, her üç aydı bir yayımladıkları insan hakları ihlallerine ilişkin raporlara dikkat çekerek, “İntiharlar özel olarak tartışılmalı, giderek sayıları artıyor. Bunun en önemli faktörü artan işkence ve kötü muamele” dedi.

Yoleri, çıplak aramanın mahpusların ve yakınlarının şikayet ettiği en önemli konulardan biri olduğuna işaret etti.

DAŞANIŞMA BULUŞMASINDA HAK İHLALLERİ TARTIŞILDI

Stimmen Der Solidarität girişimin Almanya vatandaşı Adil Demirci’nin Türkiye’de tutuklanmasını protesto etmek için başladığına dikkati çeken festival düzenleyicilerinden Naciye Alpay, “Biz mağdur kavramını sevmiyoruz. Bir şey yapmalıydık, sokaklara döküldük ve hem Adil Demirci’nin hem de diğer siyasi tutsakların serbest bırakılmasını talep ettik. Çünkü Adil’i tanıyorduk, arkadaşımızdı ve böyle bir insanın örgütlü terör suçlamasıyla tutuklanmasını kabul edemezdik.”  ifadesini kullandı.

ADİL DEMİRCİ: CEZAEVİNDE DAYANIŞMAYI HİSSETTİM

Gazeteci Adil Demirci ise, Türkiye’de cezaevinde bulunduğu sırada tanıdıkları kadar tanımadığı insanlardan da mektuplar geldiğini ve dayanışmayı hissettiğini belirterek, “Bu çok önemli. Her hafta sokaklarda uyarı nöbetlerinin yapılması çok önemli. Bazen dışarıdan gazete aldırıyordum avukatlarım vasıtasıyla, orada da görüyordum yaptıklarınızı. Alman büyükelçilik yetkililerinin ziyareti de kendimi güçlü hissettirdi” ifadelerini kullandı. Demirci, Nisan 2018’de tutuklanmıştım. O günden bugüne bitmeyen bir dava süreci ile karşı karşıyayım. On gün önce yeni bir duruşma tarihi verdiler. Türkiye’ye gitmiyorum, gidersem yeniden tutuklu yargılanma ihtimalim var. Ben elbette ilk değilim, daha önce Alman vatandaşı gazeteciler Meşale Dolu ve Deniz Yücel de var… Ben içerideyken insanlar Köln’de benim için 62 kez toplanmışlar. Devam etmeliyiz buna” dedi.

‘GÜNLERCE ANLATSAK ZAMAN YETMEZ’

2018’de gözaltına alınan ve 2 yıl cezaevinde tutulan Kürt sanatçı Hozan Cane ise Kürtçe yaptığı konuşmasında yaşadığı zor gözaltı ve tutukluluk günlerini anlattı. Bir kitap hazırlığı içinde olan Cane, “Yaşadıklarımızı toplumsal hafızaya emanet etmeliyiz. Unutulmamalı.” dedi.

Cane’nin kızı Dilan Örs ise, “Bütün bunları yaşayan annemdi. Günlerce aylarca yıllarca anlatsak zaman yetmez. Hepimiz benzer şeyler yaşadık. Bu zorbalık, keyfilik, terör devleti… ne söylesek az gelir. Kelimeler yetmiyor bunu anlatmak için. Anneme destek olmak için gittiğimde kendimin de gözaltına alınacağımı, Almanya’ya evime geleceğimi bilmiyordum. Bütün baskıları yaşadık. 7 ay ev hapsi verdiler. Yurt dışı yasağı koydular.” diyerek Almanya’nın Türkiye ile ülkesinde yaşayan insanların verilerini paylaşmamasını istedi.

Hayatından 25 ayın çalındığını söymeyen Örs, “Bu hukuksuz iktidar oldukça, siyasi tutsaklar özgürlüklerine kavuşmadıkça Türkiye’ye gitmeyeceğim” dedi.

“Ben 15 yılla yargılandım, 10 yıl verdiler, Meriç’ten kaçtım geldim buraya. İyi yaptım buraya gelmekle. Türkiye’de ne zaman ne olacağını bilemiyorsunuz.” şeklinde konuşan Dilan Örs, Türkiye’de ve İran’da binlerce haksızlık yaşan insan var, onların da sesi olmalıyız” dedi.

PİZZACI MAHMUT GÜNEŞ NEDEN TUTUKLANDI?

Almanya’nın Bochum kentinde yaşayan ve pizzacılık yapan, sosyal medya paylaşımlarından dolayı tatile gittiği Türkiye’de kızıyla birlikte sorgulandığını, kendisinin tutuklandığını söyleyen Mahmut Güneş ise, “Ben 1994 yılında Almanya’ya taşınmıştım. Meğer aradan geçen bunca yıl sonra hiçbir şey değişmemiş. Bunu gördüm. Tutuklandığımda sadece Almanca ve biraz Kürtçe bilen kızım yapayalnız kaldı. Ona yardım bile edemedim. Sebepsiz yere Bünyan cezaevinde 18 gün hücrede tuttular. İlk mahkemede 3 yıl verdiler. Açıkçası diplomasiyle beni çıkardılar hapishaneden. Tutuksuz yargılanıyordum. Kaçarak geldim aranıza. O dönemde hiç mi iyi bir şey olmadı. Hep tanışmak istediğim Diyarbakır Belediye Başkanı Selçuk Mızraklı ile tanıştım. Beni onun koğuşuna göndermişlerdi.” dedi.

‘YASAL FAALİYETLERİNİZ TÜRKİYE’DE BAŞINIZA İŞ AÇIYOR’

Leyla Verlung ise pedogog olan annesinin tutuklanması ve sonrasındaki hukuksuz uygulamaları anlattı. Annem Hannover’de belediyede sosyal pedagog olarak çalışıyordu. Bir Kürt derneğinin kadın kollarında da faaliyeti vardı. Elbette siyasi bir görüşü vardı ama aktif değildi. Bilinçliydi ve mücadele ediyordu. Buradaki yasal faaliyetleriniz bile Türkiye’de başınıza iş açabiliyor.” dedi.

‘OĞLUM İÇİN ENDİŞELİYİM’

Anne Claudia Schmuck ise hala Türkiye’de tutuklu olan oğlu ile ilgili endişeli. Schmuck “Oğlum sırt çantalı bir turist olarak Türkiye’ye gitti, bir anda terör örgütüne üye olduğu gerekçesiyle tutuklandı. 2018’en beri cezaevinde. Avukat verilmedi, çıkarıldığı ilk mahkeme tiyatro gibiydi. Yapmadığı şeylerden suçlanıyordu.” sözleriyle yaşadıklarını anlattı.

İRANLI MARYAM CLAREN: YAŞADIKLARINIZI DUYURUN, BEN ÖYLE YAPTIM

İranlı Maryam Claren ise, İran’da 2020 yılından bu yana tutuklu olan annesinin durumunu paylaştı. “Tutuklandığında evine dönüyordu. İstihbarat elemanları saldırdı. Adi bir saldırı sandı. Bağırırsan seni IŞİD militanı olduğunu söyleriz diye evine getirdiler. Kitaplarını sordular. 600 kitabı vardı. Hepsini delil diye götürdüler onunla birlikte.” dedi.

Almanya’daki yetkililerin annesinin kurtarılması için sessiz diplomasiyi tavsiye ettiklerini fakat bunu kabul etmediğini söyleyen Claren, “Birkaç ay sonra kamuoyuna duyurdum. Televiziyonlara çıktım. Altın saat denen bir şey var. Tutuklandıktan 3 gün içinde duyurulursa İran üzerinde bir baskı oluşturur, hapishaneye götürülmesi önlenebiliyor. Süre uzarsa kurtulma şansı azalıyor” diyerek annesine uygulanan işkenceleri anlatamayacağını söyledi.

Annesinin 2021 yılında 10 yıl hapisle cezalandırıldığını söyleyen ve kötü koşulları ile bilinen Evin cezaevine konulduğunu kaydeden Claren, hastalanınca hastaneye götürdüler. Annem tekrar hapishaneye dönebilir hastaneden.” dedi.

‘TAHRİBATI TAMİR ETMEK ZAMAN ALACAK’

Köln Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan Hamide Akbayır ise, Türkiye’de tutuklanan bir başka Alman vatandaşı. Üniversitesinin, arkadaşlarının ve Alman makamların girişimi ile özgür kaldığını söylüyor.

Türkiye’nin demokratikleşse bile Erdoğan döneminin enkazını kaldırmasının zaman alacağını kaydeden Akbayır, “Tahribatı tamir etmek zaman alacak. Buradan evimize gidince de insanların Türkiye’de ne yaşadıklarını unutmayalım.” dedi.

‘DEVLET ORTADAN KALDIRILDI’

Yazar ve araştırmacı Kazım Gündoğan da, “10 yıl hapishanede tutulmuş biri olarak en kıdemli benim” diyerek her dönemde işkence gördüğünü anlattı. “Yasalar demokratik olmasa da 80’lerde ve 90’larda biçimsel de olsa devlet aklı ve kurumsallaşması vardı.” diyen Gündoğan, “2015’ten sonra sadece hukuk değil devlet de ortadan kaldırıldı. Devletin bütün kurumları kaldırıldı. Deyim yerindeyse devlet bir çete devletine dönüştürüldü, bu bir çete hukuku.” dedi.

Hapishaneler meselesinin sadece siyasi değil toplumsal bir meseleye dönüştüğünü kaydeden Gündoğan, önceki yıllardaki ölüm orucu direnişlerine ülkenin sahip çıkmadığını ve bugünkü hukuksuz düzenin kurulduğunu söyledi.

ALMAN SİYASETÇİLER DE KATILDI

Son oturumda ise Almanya’daki siyasi parti temsilcileri söz alarak Türkiye’deki hak ihlallerine karşı Almanya’nın tutumunu değerlendirdi. Die Linke’den Gökay Akbulut, STP’den Frank Schwarbe, Yeşiller’den Max Lucks ve Lale Akgün’ün konuşmalarıyla festival sona erdi.

CEZAEVİNDEN MEKTUPLAR SERGİLENDİ

Program kapsamında Adil Okay’ın “50 Tutsak-50 Ses” adlı cezaevlerinden mektup ve karikatürlerin yer aldığı sergi ile ressam Ali Zülfikar’ın “Cesur Yürekler” adlı eserlerinin yer aldığı sergisi iki gün boyunda Engelshof Bürgerzentrum’da açık tutuldu..

Konferansı, Federal Yurttaşlık Eğitimi Ajansı, Köln Şehri, Kulturbunker Köln-Mülheim, Kulturforum Türkiye-Almanya ve Rosa-Luxemburg-Vakfı NRW tarafından desteklenen “Voices of Solidarity Mahnwache Cologne eV” ve Willi-Eichler Academy eV destekledi.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com