Mutlu Konuk Blasing’in kaleme aldığı Nazım Hikmet – The Life and Times of Turkey’s World Poet adlı biyografi çalışması, roman gibi okumasına ve akıcılığına rağmen klasik biyografilerden farklılık gösteriyor.
Edebiyatımızda nitelikli biyografilerin, derinlikli incelemelerin azlığından hep yakınılır. Nâzım Hikmet bu duruma istisna sayılabilecek nadir isimlerden: Onlarca anı kitabı, Edward Timms ve Saime Göksu’nun yazdığı öncü biyografi Romantik Komünist (niteleme Stalin’in kızına ait) ve başka biyografiler, akademik çalışmalar zengin bir kitaplık oluşturuyor.
Biraz da bu yüzden, ölümünün (3 Haziran 1963) 55. yıldönümünde Nâzım Hikmet kitaplığına yeni eserlerin katılması beklenirdi; ne yazık ki bu beklenti gerçekleşmedi. Şair hakkında son yıllarda yapılan kayda değer çalışmalardan biri, Mutlu Konuk Blasing’in kaleme aldığı Nazım Hikmet – The Life and Times of Turkey’s World Poet adlı biyografi.
Blasing’in çalışması, roman gibi okumasına ve akıcılığına rağmen klasik biyografilerden farklılık gösteriyor. Kronolojik bir sıra izlese de yazar kitabın çatısını Nâzım’ın eserlerine göre kurmuş ve şairin hayatındaki dönüm noktalarıyla yapıtları arasındaki ilişkiyi ortaya koyarak tam bir “edebi biyografi” hazırlamış.
W. B. Yeats, şairin her zaman kendi kişisel hayatını yazdığını söylemişti. Mutlu Konuk Blasing, Nâzım’da bunun tersinin geçerli olduğu kanısında: Nâzım Hikmet’in hayatının, eserini belirlediğini söylüyor. Öte yandan Blasing, bir şairin biyografisini yazmanın imkânsızlığını baştan kabul etmiş; hele ki bu isim Nâzım gibi hayatında gerçekle kurguyu ayırmanın iyice zor olduğu bir isimse…
Kitapta Nâzım Hikmet’in kronolojik sırayla takip ettiğimiz hayat hikâyesi, konuyla ilgili kaynakların ustaca derlenmesinden ibaret; Blasing bu konuda yeni bir şey söylemiyor. Özellikle Sertel’lerin ve Vâ-Nû’nun anılarından, Trimm ile Göksu’nun biyografisinden yararlanmış.
1902’de Selanik’te doğan Nâzım’ın şiire dair ilk hatırladıkları, Mevlevi olan dedesinin okuduğu gazel ve kasideler (bir tür otobiyografi diyebileceğimiz Yaşamak Güzel Şey Be Kardeşim’de, yıllar sonra Moskova’da kendisini bu kasidelerden dizeler mırıldanırken yakaladığını yazacaktır). Sağlık sorunları sebebiyle askeri okuldan ayrıldıktan sonra 1920’de milli mücadeleye katılmak için Anadolu’ya geçer. Bolu’dan Ankara’ya yaya olarak tamamladığı yolculukta tanık olduğu yoksulluk ve yoksunluk sarsar Nâzım’ı. Anadolu’yla bu ilk karşılaşma sonraki yıllarda şiirini de derinden etkileyecektir.
Ankara’da gördükleriyse başka bir hayal kırıklığı olur. Sefahat içinde yaşayan Ankara elitleri fakirle zengin arasındaki uçurumu görmez ve kendilerini kanun üstü sayarlar. Şairin Kemalistlerle yıldızı hiç barışmaz (günümüzde ulusalcı ideolojinin ve Kemalistlerin Nâzım’ı bayraklaştırması bize özgü tuhaflıklardan). Sonra Moskova’ya gidiş, orada üniversite eğitimi; 20’li yıllarda ikinci Moskova yolculuğu, bu sefer kaçarak… Nâzım bu yıllarda komünizme gönülden inansa da Şevket Süreyya Aydemir onun asla bir komünist olmadığını söyler. Ne sınıf mücadelesi ne de siyasi teori götürmüştür onu vardığı yere. Hikmet Kıvılcımlı’nın gözlemlediği üzere, Nâzım siyaseti bir tür “oyun” olarak görür, bir “polisiye roman kahramanı” gibi heyecan peşindedir. Yurda döndüğünde ise bir şair olarak yıldızı çoktan parlamıştır. 30’lu yıllar siyasi ve edebi mücadeleyle geçer; 1938’deki, her şeyi değiştiren haksız mahkûmiyetine kadar…
Mutlu Konuk Blasing, 13 yıl süren hapis hayatının Nâzım’ı Nâzım yapan yıllar olduğunu söylüyor ki haksız sayılmaz. Bu dönem şairin lirizme döndüğü zaman aralığıdır. İnsanların acılarını, hayal kırıklıklarını, umutlarını yazmaktan kaçınan anlayışı “solcu çocukluk hastalığı” diye tanımlar Nâzım. Unutulmaz şiirlerini Bursa Hapishanesi’nde yazar. Blasing’in bir başka ilginç saptamasıysa Nâzım’ın hapis yıllarında Piraye’ye yazdığı mektuplara dair; bu mektupların şairin dilini yalınlaştırdığını söylüyor. Hapisten sonrası ise 1951’den şairin ölümüne kadar sürgün yılları, Moskova’da komünist rejimin yaptıklarını görünce yaşadığı büyük hayal kırıklığı, barış elçisi olarak dünyayı dolaşması…
Nâzım Hikmet’in hayatı ve şiiri, modernist bir şairin kitleleri peşinden sürüklemesinin sıra dışı bir örneğidir. Blasing’in de işaret ettiği gibi, bu ancak moderniteyle modernizmin kesiştiği çok nadir bir zamanda olabilirdi ve öyle oldu. Elimizdeki biyografi, bir bakıma, Nâzım’ın neden modernist olduğunu açıklıyor. Kitabın en değerli bölümleri, Nâzım Hikmet şiirine dair çözümlemelerin bulunduğu sayfalar. Blasing, şairin “19 Yaşım” şiirini matris olarak okuyor ve şiirdeki üç meydanı (Beyazıt Meydanı, Kızıl Meydan, Puşkin Meydanı) Nâzım’ın üç kimliğiyle ilişkilendiriyor (milliyetçi, politik ve poetik). Blasing ayrı bir bölüm ayırdığı Ferhad ile Şirin’in ise Nâzım’ı anlamada bir anahtar işlevi gördüğünü söylüyor. Bu tiyatro oyunundan yola çıkarak saptadığı ikilikler gerçekten Nâzım’ın dünyasını özetliyor: İki şehir (İstanbul, Moskova), iki ülke (Türkiye, Sovyet Rusya), iki sorumluluk (şiir, politika), iki kadın (Piraye, Münevver ya da Münevver, Vera), iki anlayış (milliyetçilik, enternasyonalizm)… Nâzım’ı bir bütün yapan şey, aslında bu ikiliklerdi.
İMKÂNSIZLIK VARSA AŞK DA VAR
Kitabın burukluk hissettiren sayfaları, şairin aşklarına dair. Hepsini tek cümleden şöyle özetlemek mümkün: “İmkânsızlık varsa aşk da var”. Nâzım’da aşkı besleyen hep imkânsızlıklar olmuş: Hapishane (Piraye), sürgün (Münevver), hastalık ve ölüme yakınlık (Vera). Nâzım’ın yedi yılını beraber geçirdiği (ki bir kadınla beraber olduğu en uzun zaman) Galina Kolesnikova’ya hiç şiir yazmamış olmasını imkânsızlığın yokluğuna bağlıyor Blasing. Bu bölümde şiirlerden örneklerle anlatılan renk sembolizmi çok ilginç: Piraye “kızıl”; Müvenner “yeşil”; Vera “saman sarısı”.
Kitapta elbette eksikler de var. Nâzım’ı modern Türkçenin şiir dilinin tek kurucusu olarak göstermek tartışılır. Şiiri bağlamında kitapta bahsi geçmeyen Yahya Kemal, Nâzım’ın yol açıcısı değil miydi? Osmanlı tarihini sadece bir savaşlar tarihi diye sunması, son padişahı “İngiliz kuklası” diye nitelemesi Blasing’in resmî tarih söyleminin pek dışına çıkamadığını gösteriyor. Harf devriminin halka “empoze” edilmediğini, halkın devrime kucak açtığını söylemenin de tarihsel doğruluğu yok.
Nâzım Hikmet’in hayatı, sadece bir şairin değil; farklı Türkiye’lerin, farklı Rusya’ların ve 20. yüzyılın da hikâyesiydi.