DEM Parti İstanbul adayı Meral Danış Beştaş: "Seçim sonrasında diyelim ki bir ortam oluştu, tabii ki varız çözüme. İktidar tarafından böyle bir adım atılırsa, ittifak yapmak için değil muhataplık açısından tabii ki görüşürüz."
DEM Parti’nin İstanbul Büyükşehir Belediye eşbaşkan adayı Meral Danış Beştaş, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde CHP’nin adayı Kemal Kılıçdaroğlu’na verdikleri destek için özeleştiri verdi, “Kılıçdaroğlu da tıpkı Erdoğan gibi sadece iktidar olmak istiyormuş” dedi. Beştaş, yerel seçim sürecinde ortaya çıkan “AKP ile görüşüyorlar” iddialarına da yanıt verdi ve “Seçim sonrasında diyelim ki böyle bir ortam oluştu, tabii ki varız çözüme. İktidar tarafından böyle bir adım atılırsa, ittifak yapmak için değil muhataplık açısından tabii ki görüşürüz. Zaten 2013’te de meseleye aynı şekilde yaklaşmıştık. İttifak değil muhataplık” ifadelerini kullandı.
Beştaş, 2019 seçimlerinde destek verdikleri İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu da kayyımlar konusunda tepki göstermediği için eleştirdi:
“Ekrem İmamoğlu’na biz 2019’da destek vermeseydik ve İstanbul’da yaşayan Kürtler kendisine oy vermeseydi? Hayır. Bunu herkes biliyor. 2019’da İmamoğlu’na seçimi biz kazandırdık. Peki İmamoğlu bizim 50 belediyemize kayyım atandığında, o duruma karşı duran kaç tane cümle kurdu hatırlıyor musunuz?”
Meral Danış Beştaş, T24′ten Cansu Çamlıbel’in sorularını yanıtladı.
Beştaş’a yöneltilen sorular arasında öne çıkanlar şöyle:
“Sadece siz değil aslında yüzde 48’in çok büyük bölümü Kılıçdaroğlu’na verdikleri oyu ‘tek adam rejimini sonlandıracak hamle’ olarak gördü, böyle görmek istedi. Ama sonuçta Kılıçdaroğlu’nun daha seçilmeden tek adammış gibi hareket ederek ittifakı genişletme uğruna pek çok kimseye bol keseden ‘pozisyon’ vaat ettiği ortaya çıktı. Dahası, 14 ile 28 Mayıs arasında Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile yaptığı protokole kayyım uygulamasının devamına geçit veren bir madde eklenmesine izin verdi. Bu perspektiften bakınca yine de “Erdoğan’a karşı yarışan adaya destek vermek faşizmin geriletilmesi için doğru şeydi” diyebiliyor musunuz?
Yok değilmiş… Değilmiş. Biz zaten o protokol açıklanır açıklanmaz bunu kabul edilemez bulduğumuzu ve duruşumuzu ifade ettik. Biz “Faşizmi geriletelim” derken Türkiye’nin en ırkçı ve faşizan yaklaşımını gösteren bir partinin başkanına siz İçişleri’ni veriyorsunuz. Yani dert faşizmi geriletmek değil, iktidarı devralmakmış. Oysaki biz iktidar mücadelesinden ziyade yönetimin demokratikleşmesi, Türkiye’nin umudunun hakikaten yükselmesi, insanların daha güvende olması, demokrasi kurallarının işlerlik kazanması gibi çok temel ve ulvi değerlerle yola çıktık. Ama ben bugün Meral olarak dönüp baktığımda görüyorum ki Kılıçdaroğlu da tıpkı Erdoğan gibi sadece iktidar olmak istiyormuş. Bizim seçmenlerimiz de dahil olmak üzere Türkiye’de insan haklarını ve demokrasiyi esas alan bir düzene geçme hayali kuran herkes şoka uğradı, dumura uğradı. Sadece biz değil, herkes şoka uğradı. Ve düşünün biz masada bile olmadığımız, resmi olarak bir bakanlık talebimizin ya da pazarlığımızın olmadığı bir ortamda destek vermişiz.
Cumhurbaşkanı Erdoğan 31 Mart’tan sonra ‘çözüm’ gündemine dönebileceğine dair sinyaller veriyor mu size?
Birincisi, şu ana kadar bir görüşme yok. Kesin bir dille söylüyorum. Bizim aramızda 1 Nisan sonrasına dair konuştuğumuz, planladığımız, söz aldığımız, söz verdiğimiz bir şey yok. İkincisi, biz parti olarak şunu çok net söyledik; özellikle 14-28 Mayıs’tan sonra yapacağımız bütün görüşmeler şeffaf olacak, ittifak yapacaksak bunu ilan edeceğiz. Kapalı kapılar ardında hiçbir görüşme, temas ve uzlaşı olmayacak. Bu seçmenimize verdiğimiz, Türkiye kamuoyuna verdiğimizi söz. Üçüncüsü, 2013’te çözüm süreci dönemi hakikaten herkesin nefes aldığı bir süreçti. Benim Diyarbakır’da da bir evim var. Oraya gittiğimde polisinden, genç bir kadınına, yaşlısına herkes gülümsüyordu. Bir çözüm umudu vardı, güçlü bir ihtimal vardı. Sadece Kürtler değil, halkın yüzde 70’i destek veriyordu. Anketler de bunu gösteriyordu. Bu olabilmişti çünkü dil normalleşmişti. Ötekileştirme, düşmanlaştırma, kutuplaştırma yerine çözüm odaklı bir dil kullanılıyordu.
Çözüm süreci biliyorsunuz bir ‘AKP projesi’ olarak görüldüğü için bugün kendini ‘muhalif’ olarak tanımlayan pek çok siyasi yorumcunun hayli eleştirel yaklaştığı bir konu.
Biz o dönemde partideydik ama aynı zamanda Mecliste’ydik ve siyaset yürütüyorduk. Her zaman da şunu söylüyorduk; Adalet ve Kalkınma Partisi bizim iktidar olarak muhatabımız ama bizim ittifak ortağımız değil. Biz onunla ittifak yapmadık. Bu sorunun çözümü için görüştük. Başka bir parti iktidarda olsa yine görüşürdük. Bugün için de aynı şey söz konusu. Bu, seçimle ilgili bir mesele değil. Seçimi çok aşan, seçimin üstünde ve Türkiye’nin geleceği açısından en hayatı mesele. Bugün Adalet ve Kalkınma Partisi ile ittifakımız yok, görüşmemiz yok.
Bizim siyasi mücadelemiz içinde seçimin sonrasına ertelemediğimiz bir dolu şey var. Mesela tecridin kaldırılması için bir kampanya yürüyor. Özgürlük Yürüyüşü yapıldı. Pazar günü İstanbul Esenyurt’ta miting yapıldı. Çünkü biz bu yolların açılmasını istiyoruz. Meselenin artık konuşarak ve diyalogla çözüm yoluna girmesi noktasında irade koyuyoruz. Seçim öncesi, seçim sonrası ayırmadan böyle bir talebimiz ve mücadelemiz var. Biz siyaseti sadece seçimlere sıkıştırılan bir olgu olarak görmüyoruz. Biz siyaseti bir toplumsal mücadele olarak da görüyoruz.
Muhalif kanallardaki yorumcu arkadaşlar şimdi bu cümlelerinizi okuyunca yine “DEM Parti hükümete yanaşıyor” diyecek.
Evet, diyebilirler. Dedim ya söylediklerimiz bilinçli olarak manipüle ediliyor genelde.
Şunu diyorsunuz; “Şimdi bir temas ya da hazırlık yok ama seçim sonrasında hükümet adım atarsa kapınız açık.”
Seçim sonrasında diyelim ki böyle bir ortam oluştu, tabii ki varız çözüme. İktidar tarafından böyle bir adım atılırsa, ittifak yapmak için değil muhataplık açısından tabii ki görüşürüz. Zaten 2013’te de meseleye aynı şekilde yaklaşmıştık. İttifak değil muhataplık.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Bu ülkede herkes eşittir, Kürtler daha az eşittir” diye bir cümle kurduğu için MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin eleştiri oklarından nasibini alan da Özgür Özel’di ama.
Bu tabii ki değerli ve önemli bir laf. Ana muhalefet partisinin genel başkanı en azından bunu söyleyebildi. Ama CHP’nin kayyım politikasına karşı saysanız 10 tane açıklaması yoktur. Mesela bugün kamuoyu çözüm süreci için adımı neden iktidardan bekliyor, neden muhalefetten bekleyemiyor?
Hadi işin bam teline gelelim. Ekrem İmamoğlu’na biz 2019’da destek vermeseydik ve İstanbul’da yaşayan Kürtler kendisine oy vermeseydi? Hayır. Bunu herkes biliyor. 2019’da İmamoğlu’na seçimi biz kazandırdık. Peki İmamoğlu bizim 50 belediyemize kayyım atandığında, o duruma karşı duran kaç tane cümle kurdu hatırlıyor musunuz?
Ekrem Bey, Selçuk Mızraklı’yı ziyaret etti, Atatürk portresi hediye etti. Onun dışında da bir şey olmadı. Ama Ekrem İmamoğlu hakkında bir dava açıldığında biliyorsunuz bütün kanallar 24 saat yayın yaptı “Yetkiler kısıtlanıyor, belediyeye el konuluyor” diye. Halbuki biz şunu dedik; “Bugün kayyıma ses çıkarmazsanız yarın herkese kayyım gelecek” ve nitekim oldu. Evet böyle bir iktidar var ama bir de böyle bir muhalefet var. Kürt meselesi söz konusu olunca hepsi aynı retoriği tekrar ediyor. İşin özü bu, bizim de mücadelemiz tüm bunları aşmaya dönük.”