MUÇEP Sözcüsü Haluk Özsoy, madenler için yapılan katliamın boyutlarını Kronos’a anlattı: Muğla’da 40 bin civarı aile zeytincilikle uğraşıyor. Toplayıcıları, nakliyecileri, pazarlayanları düşünün. O madende çalışacak 50 işçi için kaç kişi feda ediliyor. Madenlerin sefasını 3-5 patron sürüyor cefasını hepimiz çekiyoruz.
Madencilik Kanunda 18 yılda 28 değişiklik yapan AKP, bu süre boyunca tam 386 bin madencilik ruhsatı vermiş. Ormanlar, köyler, mera ve yaylalar, su havzaları, zeytinlikler ile tarım alanlarının altını üstüne çıkartmak için verilmiş tam 386 bin maden ruhsatı… Bakanlık eliyle yapılan ihalelerin sonuncusu 61 ilde 175 bin 843 hektarlık alanı hedefliyor.
Maden ihalesi, ruhsatı, işletmesi vs. ile bu uğurda yok edilen ormanlar, tarım alanları haberleri yıllardır pek çok gün boyunca sessizce önümüzden akıp gidiyor. Yine böyle haberlerden biri geçen hafta Muğla’dan geldi.
Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı, 2 şirketinin Muğla’da açmak istediği 5 mermer ocağı projesi ve 1 şirketin de kapasite artışı talebi için ÇED süreci başlatmış. Projeler hayata geçerse 12 binden fazla ağaç kesilecekmiş… Söylemesi kolay gibi görünse de katledilecek 150 yıllık kızılçam ormanlarından söz ediyoruz!
Isparta merkezli şirketlerden birinin sahibi Duran Tiren’in, AKP’den milletvekili aday adaylığı başvurusu var ve halihazırda işleyen iki mermer ocağı daha… Diğer pek çok maden şirketi patronunun AKP münasebetleri de Tiren’inki gibi bir tür malumun ilanı.
İPTAL ETTİRİLEN PEK ÇOK YIKIM PROJESİ DE VAR
“Devlet ve şirket yetkilileri el ele bizimle köşe kapmaca oynuyor, zaten uyduruk olan ilgili kanunların ve süreçlerin de arkasından dolanıyorlar. ÇED raporlarında neler gördüğümüze inanamazsınız” diyen Muğla Çevre Platformu (MUÇEP) Sözcüsü Haluk Özsoy, iptal ettirdikleri pek çok devasa yıkım projesi olduğunu ancak aradan kaçanlar ile yetişemedikleri yerler olduğunu söylüyor.
Maden Kanununu 28 kez değiştiren AKP, 2024 yılında kanuna ekleyeceği ‘kamu yararına faaliyet’ tanımıyla şirketlere bir kolaylık daha sağlamaya hazırlanırken Haluk Özsoy ile iktidar ve şirket sözcülerinin madenleri meşrulaştırmak için arkasına gizlendikleri söylevleri ve gerçekleri konuştuk.
Sözü, “Yüz yıl falan oldu sanırım, madenciliğin makul bir sektör olmadığı anlaşıldı ve Ortadoğu ülkelerine ‘hediye edildi’” diyen Özsoy’a bırakıyoruz.
TARLANIZI, EVİNİZİ ÜÇ KURUŞA İSTİMLAK EDİYORLAR
Maden Kanunu’nda planlanan son değişikliğin, ‘kamu yararına faaliyet’ tanımı olduğuna dikkat çekiliyor. Ormanları, tarım alanlarını/ zeytinlikleri yok ederek maden aramayı ‘kamu yararına faaliyet’ olarak tanımlamak nasıl mümkün olabiliyor? Hangi kamu, hangi yarar?
Son sorulardan başlayayım, kamu yararı dediklerim sanırsam bu vakada sermaye sahipleri. Düşünün sizin zeytinliğinizi, tarlanızı, içinde oturduğunuz evi üç kuruşa istimlak ediyorlar. Sonra orada maden arıyorlar, bunun cevabı “Orada kaç tane insan çalışıyor” diye verilir. Çalışıyor da hangi şartlarda çalışıyor. Bu insanların çoğu kronik hastalıklara yakalanıyor.
Şöyle açıklayayım, yıllarca madende çalışmış ve koah ya da akciğer kanseri olmuş bir insan düşünün. Bu insanın tedavisinin kamuya olan yükünü bir düşünün, bir kanser ilacı kaç para bir düşünün. Bunun parasını maden çıkarıp zengin olan şirketler ödemiyor bizler ödüyoruz. Bir yandan sendikal faaliyetlerde de görevlerim var ve nelerle karşılaştığımı tahmin bile demezsiniz.
SEFASINI 3-5 PATRON SÜRÜYOR, CEFASINI BİZ ÇEKİYORUZ
Şirketler her yıl işçilerine sağlık kontrolü yaptırıyor fakat sonuçları işçilerle paylaşmıyor. Özellikle solunum hastalıkları emaresi olanların işlerine türlü gerekçelerle son veriliyor ki meslek hastalığı başladıktan sonra işçiye tazminat vermek zorunda kalmasınlar. Biraz dağıttım ama özetle şunu söylemeye çalışıyorum. Sefasını 3-5 patron sürüyor cefasını hepimiz çekiyoruz.
DEVLET ELEKTRİK DAĞITIMINI ÖZELLEŞTİRDİ, HAFTALARCA ELEKTRİKSİZ KALAN BÖLGELER VAR
İktidar ve şirket sözcülerinin madencilik faaliyetlerini gerekçelendirirken bir tür mecburiyet olarak pazarladığı ‘enerji ihtiyacını karşılamak’ şeklindeki yaygın söylemin karşılığı var mı?
Her şeyden önce mevcut enterkonnekte dağıtım sistemi çok ciddi verim kaybına sebep oluyor. Elektrik yol katederken her adımda bir kısmını bırakır, kablolar direnç oluşturduğu için katettiği yol ne kadar uzunsa o kadar fazla yük kaybolur.
Mesela Samsun’da ürettiğiniz elektrik 100 birimse Muğla’ya gelene kadar 30 birim kalır. Bu sistemde ortalama olarak toplamda ürettiğimiz elektriğin yaklaşık yarısı boşa gidiyor.
Bununla beraber biliyorsunuz devlet elektrik dağıtım işini de özelleştirdi. Bu özelleştirmeden sonra şirketler daha çok kâr edebilmek adına mevcut elektrik hatlarını çok uzun süre yenilemeden kullanıyor, bu durum demin bahsettiğimiz yük kaybını çok daha fazla artırıyor ve hatta haftalarca elektriksiz kalan bölgelerimiz oluyor. Enerji güvenliğini riske atan ve ihtiyaçlarımızı karşılamamızı zorlaştıran tam da bu sistemdir. Bir evin enerji ihtiyacı sadece çatısına kurduğu güneş paneli sistemiyle karşılanabilir oysa.
MADENDEN ELEKTRİK ÜRETME FİKRİ GEÇTİĞİMİZ YÜZYILDA KALDI
Bahsi geçen ‘enerji ihtiyacı’ Avrupa’nın reddedip bizim gibi Ortadoğu ülkelerine bıraktığı kirletici ağır sanayi sektörlerinin ihtiyacıdır. Örneğin demir döküm sanayinde hurdaları eritmek için çalıştırılan bir indüksiyon bobini, ortalama bir mahallenin 1 haftalık ev elektrik miktarını 1 saatte bitirebilir.
Bu duruma makro bir bakış açısı gerekir. Madenden elektrik üretme fikri geçtiğimiz yüzyılda kalmıştır. Enerji ihtiyacı kömür dışında çok daha verimli onlarca yolla karşılanabilir. Hatta bu verimsiz düzeni değiştirmek, daha mikro şebekelere dönmek başlı başına 2 kata yakın verim sağlayacaktır. Dolayısıyla bu söylem ayakları yere basmayan ve altyapısı olmayan bir söylemdir.
Çok daha insancıl yollarla yeterli elektriği üretmek mümkündür. Bugün elektrik sektörü bu söylemleri de kullanarak bir ‘sermaye aktarım’ sektörü haline geldi, korkutarak varımızı yoğumuzu 3-5 patrona aktarmak için kullanılıyor. Bu soru başlı başına uzun bir söyleşi konusu, değinemediğimiz nokta çok var aslında, şimdilik bu kadar olsun.
MADENLER, ZEYTİNLİKLERİN VERİMİNİ BEŞTE BİR ORANINDA DÜŞÜRDÜ
Madenleri meşrulaştırmak için yapılan diğer manipülasyon ve öteki yalanlar neler peki?
Temel argümanlar ‘istihdam’ ve ‘enerji güvenliği’… Mesele güvenlikse zaten haftalarca elektriksiz kalan bölgelerimiz oluyor, güvenlik kaygısı ve özelleştirme eylemi birbiriyle hiç bağdaşmıyor.
İstihdam açısından bakarsak da Muğla’dan örnek vereyim. Bir dönüm zeytinliğiniz var diyelim, her sene ortalama 500 kg yağ elde edersiniz. Bugün zeytinyağının ambalajsız kg fiyatı ortalama 400 TL.
Şöyle de önemli bir şey var: Maden yakınlarındaki zeytinliklerin verimlerinin 1/5’e düştüğünü gözlemliyoruz yani dönüm başına her sene 100 kg zeytinyağı elde ediyorsunuz. Muğla’da 40 bin civarı aile zeytincilikle uğraşıyor. Toplayıcıları, nakliyecileri, pazarlayanları düşünün. O madende çalışacak 50 işçi için kaç kişi feda ediliyor, gelir kaynakları yok ediliyor.
Tabi bu sadece bir argüman… 50 işçi kimsenin umurunda değil aslında, bunca eziyet patronlara para aktarmak için yapılıyor. Bu, sadece zeytin örneği… Arıcılık, hayvancılık, mantar toplayıcılığı gibi daha birçok sektör için de durum aynı.
Bir de “Zenginliğimizi kullanmayalım mı?” argümanı var, sanıyorlar ki alttaki madeni çıkardıktan sonra orası eski haline gelecek. O madeni bir kere çıkarabilirsiniz sonra o alanın tekrar verimli hale gelmesi binyıllar sürer. Halbuki toprağın üstünde her yıl verim veren, bizleri besleyen, zenginliğimize zenginlik katan zeytin ve daha neler neler var.
EN SAĞLAM HUKUKİ DAYANAĞIMIZ ZEYTİNCİLİK KANUNU
AKP iktidarı, maden kanununda 18 yıl boyunca 28 kez değişiklik yapmış. Tüm bu değişikliklerin karakteristik özelliği nedir?
Deregülasyon yani devlet denetlemeleri ya da kısıtlamalarının tamamen veya kısmen kaldırılması… Bu, kâr amaçlı üretim sisteminin en büyük silahlarından biridir. Şirketlerin önünü açmak adına hukuku/ekonomiyi ve kalan bütün yapıları bozar, yozlaştırır, kendisine uydurur. Bize yansıması da son yıllarda Madencilik Kanunu üzerinden oluyor. Maden şirketleri gerek kanuni gerekse uygulamada sınırsız bir yetkiyle her yerin sahibi gibi hareket edebiliyor.
Toplumun ayağını basabileceği en sağlam hukuki dayanak ise Zeytincilik Kanunu… Dava dosyalarımızın çoğunu bu kanuna binaen hazırlıyoruz ve buradan kazanıyoruz. Madencilik Kanununun sınırlarını genişleterek ayağımızı bastığımız toprakları elimizden almaya çalışıyorlar.
AKBELEN’DE ZEYTİNLİKLERE 200 M. MESAFEDE MADENCİLİK YAPILIYOR
AKP, zeytinliklerin madene açılmasını öngören düzenlemeyi önceki yıl Meclis’e taşımış, kamuoyundan gelen tepkiler üzerine teklif geri çekilirken Danıştay da yürütmeyi durdurma kararı vermişti. Son olarak AKP’nin hazırladığı ‘torba kanun’ teklifinde Maden Kanunu’na eklenen geçici maddeye zeytinliklerin madenciliğe açılması yeniden istendi. Teklif, bu haliyle yasalaşırsa neler olacak?
Teklif bu halde yasalaşırsa en büyük silahlarımızdan birini elimizden almış olacaklar. Hoş, halihazırda “Zeytinliklere 3 km’den yakında toz çıkaran kirletici tesis çalıştırılamaz” diye bir yasa varken bile Akbelen’de göz göre göre zeytinliklere 200 metre mesafede madencilik yapıyorlar.
Geçen sene Deştin ve Akbelen köylüleri olarak bir otobüs TBMM’ye gittik. Bahsettiğiniz kanun teklifinin geri çekilmesi adına 4 kişilik bir heyetle komisyona katıldık ve itirazlarımızı belirttik. Tabi birçok sivil toplum kuruluşundan da destek aldık sağolsunlar. Daha önce de söylediğim gibi 3573 sayılı Zeytincilik Kanunu bizim en büyük dayanağımız.
BÜYÜK BİR KANDIRMACA VAR
Maden uğruna yok edilecek ormanlarla ilgili son haberlerden biri Muğla’dan geldi. 2 şirketinin açmak istediği 5 mermer ocağı ve 1 şirketin de kapasite artışı için ÇED süreci başlattığını öğrendik. Şirketlerin talebi hayata geçerse 12 binden fazla ağaç kesilecek. Maden faaliyetlerindeki ÇED süreçleri nasıl işliyor, pratik nasıl şekilleniyor?
Burada oldukça büyük bir kandırmaca var 25 hektarın altındaki alanlar için ÇED gerekli görülmüyor. Şirketler ilk etapta bu şekilde bir alan belirliyor ve ÇED gerekli değildir kararı ile işlerine başlıyor. Sonrasında ise ruhsat alanı genişletme onlar için çok kolay. Kanunların arkasından dolanıyorlar dolayısıyla bu alanın ne kadar olduğu durumun vahametini yeterince yansıtmıyor.
ÇED süreçleri zaten uyduruk biçimde ilerliyor, yani kopyala yapıştır yöntemi ile yapılmış ÇED raporlarında neler gördüğümüze inanamazsınız. Fatsa’da yapılmış zemin etüdünü ‘Muğla’ diye yazanlar mı ararsınız, kurulacak fabrika yerini başka bir ilçede belirtenleri mi, 40 yıl önceki hava kalitesi verilerini kullananları mı?
Devlet ve şirket yetkilileri el ele bizimle köşe kapmaca oynuyorlar, zaten uyduruk olan ilgili kanunların ve süreçlerin de arkasından dolanıyorlar. Mesela kanunla çelişen, mahkemede iptal edileceği kesin olan bir yönetmelikle “Maden alanında zeytinlikler kesilebilir” diyorlar. Biz dava açıyoruz 3 hafta içinde kazanıp iptal ettiriyoruz ama bu 3 hafta içinde bazı şirketler devlet eliyle istediklerini zaten yapmış oluyor.
Devam eden bir sürü davamız var, teknik ekibimiz oldukça iyi çalışıyor, her gün askıya çıkan ÇED raporlarını ve ÇED gerekli değildir kararlarını takip eden arkadaşlarımız var. Bu davaların hazırlığıyla ve yürütülmesi ile ilgilenen çok kabiliyetli teknik insanlarımız, hukukçularımız var. Hukuk mücadelesine devam ederken bir yandan da alanda fiziki direnişi örgütlemeye çalışıyoruz, diğer türlü hukuk mücadelesi de boşta kalıyor.
İptal ettirdiğimiz bir sürü devasa yıkım projesi var ama aradan kaçanlar, yetişemediklerimiz de oluyor. Her alanda tam kuvvet ile devamlı bir savunma halinde durmak gerekiyor.
MUĞLA’NIN YÜZDE 60’I MADEN SAHASI
Türkiye’de tarım ve orman arazilerinde madencilik faaliyetlerinin devasa boyutlara ulaştığını biliyoruz. Türkiye ve Muğla özelinde bu konuda son durum nedir?
Muğla’nın yüzde 60’dan fazlası şu anda maden ruhsat alanı ve gün geçtikçe de artıyor. Bu hususta Muğla Türkiye’nin konsantre bir hali, fragmanı gibi, zaten 3 tane termik santralle de başı çekiyoruz biliyorsunuz. Bu santrallerin zaten işleyen ve boşluk bulduğu her fırsatta genişleyen kömür işletmeleri var, boksit, feldspat, kuvars, kil, kireç, mermer ocakları her yerde. Bu yıl da hızlı bir giriş yaptılar, binlerce dönüm alan için başvurular var.
AVRUPA, MADENCİLİĞİ ORTADOĞU ÜLKELERİNE ‘HEDİYE ETTİ’
Peki, madencilik faaliyetlerinde dünyada ve Avrupa’da durum nedir?
Yüz yıl falan oldu sanırım, makul bir sektör olmadığı anlaşıldı ve Ortadoğu ülkelerine “hediye edildi”. Çünkü bu kâr amaçlı üretim sistemi için de bir çelişki, olabildiğince esnek liberal ilkelere de ters. Avrupa ülkeleri bu çelişkiyi fark etti. Artı değeri hesaplarken maliyetler arasında çevreye ve diğer sektörlere verdiği zararı, işkolunda çalışanların sosyal güvenlik giderlerinin yükünü ve daha birçok yan etkisini gördü, toplam maliyetin orta ve uzun vadede edinilen karın çok daha fazlası olduğunu.
Bu yüzden maden, demir döküm, termik santraller, çimento gibi birçok sektörü ülkelerinde yasakladılar. Biz ise bu sektörlerin peşinden koşup sizin de belirttiğiniz gibi kanunlarımızı bunlara uydurmaya uğraşıyoruz.
KAMUOYU BASKISI OLURSA KAZANIM ELDE EDİYORUZ
Bu talanı durdurmanın bir yolu var mı?
Nihayetinde hukuk bu yağmaya göre düzenleniyor. Tek çaremiz var fiziki direniş. Dava açarak hiçbir yere ulaşılamıyor ancak yeterli kamuoyu baskısı yaratabilirsek kazanım elde edebiliyoruz. Bu yağmayı durdurmak istiyorsak herkesin yaşam alanlarını savunabilmek için fiziki direnişe hazır olması ve bu direnişi sert bir biçimde sergilemesi gerekiyor.