Erdoğan’ın Hamas çıkışının perde arkasında ne var?

Dünya siyasetinin Ortadoğu'da kritik bir dönemece girdiği şu dönemde Türkiye'nin, İran’ın kurguladığı bir oyunun figüranı olma tehlikesi mevcuttur ve Erdoğan hükümetinin tehlikenin farkında olduğunu gösterir bir politika izlediği de söylenemez.

ÖMER MURAT 26 Ekim 2023 GÖRÜŞ

Erdoğan’ın Hamas’ın 7 Ekim’deki saldırısından önceden haberi var mıydı? Ortaya çıktı ki yoktu. Çünkü AKP lideri daha geçen ay New York’ta Türkevi’nde ağırladığı İsrail Başbakanı Netanyahu’yla samimi pozlar vermişti. Hatta İsrail’le ilişkileri normalleştirme sürecini Tel Aviv’e giderek taçlandırmaya hazırlanıyordu, İsrail karasularında çıkarılacak Doğu Akdeniz gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya satılması projesinin canlandırılacağı konuşuluyordu. Erdoğan Yahudiler üzerinden ABD ile ilişkileri düzelteceği hesapları yapıyordu. Eğer bu çapta bir saldırı düzenlenebileceğine dair önceden en ufak bir haberi veya şüphesi olsaydı, bunları yapmaktan kaçınır, biraz daha beklerdi.

Zaten iktidarın gösterdiği ilk tepkiler de bunu teyit etti. Bir Hamas yetkilisinin Rus basınına yaptığı açıklamadan öğreniyoruz ki hükümet muhtemelen kendilerine böyle kritik bir saldırıya ilişkin hiçbir haber vermedikleri için kızdıklarından olacak, Türkiye’deki Hamas liderlerine “güvenliklerinin sağlanamayacağını” söyleyerek nazikçe kapıyı göstermiş.

İsrail’in hava saldırıları ve ablukası sonucu Gazze’deki insanî kriz şiddetlenince dünyadaki özellikle Müslüman kamuoyunda yaşanan infiali de göz önünde bulunduran saray, ne hikmetse sadece Arapça yayınladığı bir yalanlamayla Hamas’a gösterdiği bu ilk tepkiyi gizlemeye çalıştı.

Erdoğan Hamas’ın 7 Eylül’deki saldırısına ne kadar hazırlıksızsa ve bunu böyle zikzaklar çizerek ne kadar belli ettiyse, Tahran da tam tersine hiç bir şaşkınlık emaresi yoktu. Bu saldırıyı Ortadoğu’daki genel siyasetiyle uyumlu gördü, İran Dışişleri Bakanı hemen Gazze’ye kara operasyonu düzenlerse buna seyirci kalmayacaklarına dair İsrail’e yönelik bir tehdit savurdu.

İran için Hamas’ın saldırısı sonucu İbrahim Anlaşmalarının derin dondurucuya kaldırılması, hatta Türkiye ve İsrail arasında başlayan normalleşme adımlarının kesintiye uğraması genel bölgesel çıkarlarıyla oldukça uyumludur. Oysa aynı saldırı Erdoğan’ın bir süredir çok önem verdiğini gözlemlediğimiz bir süreci baltalamıştır.

Hamas’ın 7 Ekim saldırısı bölgedeki tüm dengeleri değiştirmeyi hedefleyen büyük bir hamledir. Fakat Türkiye burada ana aktörlerden biri değildir. Netanyahu hükümeti, Gazze’de uluslararası insan hakları ve savaş hukukunu ihlal ederek yaptığı saldırılarla, Hamas ve İran’ın işini kolaylaştırmış gibi gözükmektedir. Koltuğundan düşme tehlikesi yaşayan Netanyahu’nun “fırsattan istifade” İran’la büyük bir savaş başlatmaya hazırlanıyor olması da olasıdır.

Halihazırda büyük bir savaş çıkma ihtimali, maalesef büyük bir barışa varılma ihtimalinden çok daha yüksektir. Bu kriz şimdi atlatılsa bile – ki, atlatılamayabilir – daha büyük bir krizin kapıda beklediği, Ortadoğu’da muazzam bir alevlenmenin her an yaşanabileceği iyice ortaya çıkmıştır.

Bugün İran’ın ABD’yle bir çatışmayı göze alamayacağına dair uzmanların dile getirdiği görüşler bana Putin’in Ukrayna’yı işgale kalkışmayacağına dair görüşleri hatırlatmaktadır. İran, ABD’nin Irak ve Afganistan’dan çekilme şeklinden asıl Washington’un Ortadoğu’da büyük bir savaşa girmeyi istemediği sonucunu çıkarmış olabilir. Hatırlanacağı üzere Putin’in Ukrayna macerasına girişmesi de Batı’nın Rusya’yla ciddi bir çatışmaya girmek istemeyeceği, bir noktada Ukrayna’daki oldu-bittiyi kabulleneceği beklentisine dayanmaktaydı. İçeride ekonomik sıkıntılara çözüm üretemeyen, özellikle şehirli kadınların başörtüsü yasağını sivil itaatsizlik eylemiyle tanımadığı bir durumla yüzleşen İran rejimi kaçınılmaz gördüğü bir savaş için uygun bir zamanda iyi bir fırsatın çıktığını düşünüyor olabilir. Şöyle ki Tahran savaşın Filistin meselesi üzerinden, Gazze’deki gelişmelerin bir uzantısı olarak çıkması halinde başta kendi kamuoyu olmak üzere Müslüman dünyanın, özellikle Sünni Arap sokağının da sempatisini kazanacağını hesaplıyor olabilir.

Türkiye’nin burada alacağı en yanlış tutum, kendi başlatmadığı ve gelişimine etki etme gücünün çok kısıtlı olduğu bir sürece, halkı galeyana getirerek popülist yaklaşımlarla müdahil olmasıdır. Erdoğan böylesine büyük bir krizde kendisine hiçbir rol düşmüyor oluşunun kızgınlığı içerisindedir. Krizin başından itibaren kendisini telefonla bile aramaya tenezzül etmeyen Biden’ın dikkatini çekmenin yollarını aramaktadır. Erdoğan’ın yüksek perdeden yaptığı Hamas’ı sahiplenen açıklamalarıyla Batı’yla ilişkileri iyice germeye hazırlandığı değerlendirmesi ise erken ve yanlış olabilir. Çünkü Erdoğan, ABD’nin tepkisini çekebileceği öngörülebilir o açıklamalarından hemen önce İsveç’in NATO üyeliğini TBMM’ye göndererek ilişkilerdeki tansiyonu yükselten kritik bir sorunu ortadan kaldıracağı işareti vermiştir. Eğer AKP lideri Batı’yla ilişkileri iyice germeyi planlıyor olsaydı Hamas konuşmasına, İsveç’te Kuranı Kerim yakılan protestolara izin verilmesine dönük tepkilerini de ekleyerek ateşli retoriğini iyice körüklerdi.

Öyle yapmadı, çünkü Batı’yla tüm köprülerin atılmak üzere olduğu algılamasına yol açması halinde bunun ekonomide yaratacağı dalgalanmalardan endişe etti. Böylece gerilimi istediği seviyeye çekip kendi tabanına Batı’ya meydan okuyan bir lider havası vermeyi ve Arap sokağında tesir gücünü artırmayı hedefleyen bir nutuk çekti. Burada Ortadoğu krizinde fotoğrafa girmeye çabalayan bir Erdoğan vardır. Orada bir şekilde kritik bir rol kapabilirse, muhtemelen bunu çok ihtiyaç duyduğu ekonomik getiriye dönüştürebileceği hesapları yapmaktadır. Diğer yandan AKP liderinin İsveç’in üyeliğini bu kadar süre boyunca engelleyip vetosunu kaldırma şartı olarak dünya aleme duyurduğu taleplerin hiçbirini elde etmeden geri adım attığı gerçeğinin Türk kamuoyunda tartışılmasını engellemek için de İsrail’e karşı retoriğini sertleştirmiş olması yüksek ihtimaldir.

Erdoğan’ın krize soktuğu bir ekonomi ve adeta burnunun ucunu göremediği anlaşılan bir dış politikayla böyle ciddi bir çatışmada rol kapmaya çalışması çok tehlikeli bir maceradır. Türkiye’nin tek hedefi, İsrail’i dizginleyerek Filistinli sivillerin durumunda iyileştirmeler yapılmasını sağlamak olmalıdır. Bunu da ancak taraflara eşit bir mesafede, soğukkanlı bir diplomasiyle sağlamak mümkündür. Aksi takdirde İran’ın kurguladığı bir oyunun figüranı durumuna düşmek işten bile değildir.

Eski ABD Başkanı Roosevelt diplomaside başarının sırrını “Elinde büyük bir sopayla yumuşak konuşmakta” görür. Newton bunu “Taktik, düşman edinmeden taşı gediğine koyma becerisidir.” diye anlatır. Oysa Erdoğan’a baktığımızda elinde hiçbir yaptırım gücü olmadığı halde üst perdeden sert konuşmalar yaptığını, bu konuşmalarla da İsrail’i düşmanlaştırdığını görüyoruz. Fakat bu tutum ne Gazze’deki Filistinli sivillerin durumunun iyileştirilmesine, ne de Türkiye’nin dış politik çıkarlarının ilerletilmesine bir fayda sağlamaktadır. Erdoğan hiç gereği yokken kantarın topuzunu iyice kaçırıp Hamas’ı mücahit statüsüne yükselterek, 7 Ekim’de katlettiği İsrailli sivilleri de “İslam davası uğrunda katli vacip küffarlar” derekesine düşürmüş oldu, bundan sonra Türkiye’nin İsrail üzerinde tesir edebilme gücü yok denilecek denli azalmıştır. Bir tarafı bu denli karşınıza aldığınızda arabuluculuk yapabilme imkan ve ihtimaliniz de ortadan kalkar. AKP lideri İsveç hadisesinden gerekli dersleri çıkarmamış gözükmekte, yine içi boş tehditlerle, yani blöflerle Batı’dan bir şeyler koparmaya çalışma ucuz politikasını sürdürmeye çalışmaktadır. Anlaşılan o ki bu minvalde yapabildiği veya bildiği başka tür bir siyaset de yoktur.

Dünya siyasetinin Ortadoğu’da kritik bir dönemece girdiği şu dönemde Türkiye’nin önünde İran’ın peşine takılma tehlikesi mevcuttur ve Erdoğan hükümetinin bu tehlikenin farkında olduğunu gösterir şekilde bir politika izlediği de söylenemez.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com