Gün geçmiyor ki hükümetin dış politikada efelenip sonra kuzu kuzu ama sessiz sedasız kendisine söylenileni yapmasının yeni bir örneği yaşanmasın... Hükümet Kıbrıs'ta da esip gürledi ama çiti yine "Con'un söylediği" yere çekmekte beis görmedi.
Con ve Recep adlı iki komşu arasında arazi ihtilafı varmış. Bir gün Recep kendi iddiasına göre bir çit çekince Con ona “Bak Recepciğim bu çiti yarın 17:00’ye kadar benim dediğim yere çekmezsen senin için sonuçları çok ağır olur” demiş. Bunun üzerine Recep ev ahalisini toplamış ve onlara şöyle bir nutuk çekmiş: “Kimse bizi tehditle haklı davamızdan geri çeviremez. O günler geride kaldı. Artık benim reisliğimde ailemiz tüm mahallede dosta güven, düşmana korku veren bir itibara kavuştu. Bunu herkes böyle bilsin!” Con bu sözleri duyunca bıyık altından gülmüş. Niye güldüğü de ertesi günü anlaşılmış. Recep sanki önceki gün esip gürleyen kendisi değilmiş gibi çiti saat 16:59’da tam da Con’un dediği yere çekmiş.
Gün geçmiyor ki hükümetin dış politikada efelenip sonra kuzu kuzu ama sessiz sedasız kendisine söylenileni yapmasının yeni bir örneği yaşanmasın. Rus jeti düşürüldükten sonra dönemin başbakanı Davutoğlu “Düşürülmesi emrini ben verdim”, Erdoğan “Hava sahamızı on beş dakika boyunca ihlal etti, özür dilememiz sözkonusu olamaz” dedi. Sonra Putin “IŞİD’le petrol ticareti dosyasını” raftan indirince hemen bir özür mektubu göndererek geri adım attı. “YPG’yi tamamen bitirme” gibi büyük laflarla Suriye’ye yeni bir askeri harekât başlattı, ABD Başkanı “Ekonomini mahvederim” deyince anında çark etti.
Mavi Vatan diye bir doktrin duyurdular, Doğu Akdeniz’de bu doktrine göre çizdikleri haritaya karşı çıkana gününü göstereceklerinden bahsettiler, sonra Avrupa Birliği yaptırım sopasını kaldırınca hemen araştırma gemilerini limana geri çektiler. Hatta öyle ki Güney Kıbrıs, Türkiye’nin kendi karasularında olduğunu söylediği yerde ABD ve Katar’lı şirketlere gaz arama-çıkarma izni verdi, başta köpürüp bunu da sonra sessizce kabullendiler.
Şimdi yeni bir “çarketme” vakıası Kıbrıs’ta yaşandı. Adada 1974’te Türkiye’nin müdahalesi sonrası oluşan statüko çerçevesinde Türk ve Rum kesimleri arasında “Yeşil Hat” adlı, BM güçlerinin konuşlandığı bir tampon bölge oluşturuldu. İşte bu bölgede adada başka örneği olmayan şekilde Türk ve Rumların birlikte yaşadığı Pile adlı bir köy var. Bu köyün Türk sakinlerinin KKTC tarafına geçişleri İngiliz üssüne ait topraklar üzerinden yapıldığından aradaki kontroller nedeniyle biraz uzun sürüyor. KKTC hükümeti bu sorunu Türk tarafında yer alan Yiğitler köyüyle arasına doğrudan bir yol yaparak çözmeye karar vermiş. Yol öyle ya da böyle bir noktada Yeşil Hat’tan geçeceği için BM yetkilileriyle meselenin koordine edilmesi lazım. Ama taraflar anlaşamamışlar. Türk tarafı yolun geçtiği “Çayhan düzlüğü” adlı 3 km uzunluğundaki alanın KKTC tarafında yer aldığını söylerken BM Barış Gücü’ne göre burası Yeşil Hat içerisinde…
Müzakereler tıkanınca anlaşılan “birileri” yol yapımında kullanılan dozerleri BM Barış Gücü’nün üzerine sürerek meseleyi çözmeye karar vermiş. Bu önü arkası hesaplanmadan yapılan fiziki müdahale yüzünden BM Güvenlik Konseyi oy birliğiyle Kıbrıs Türk hükümetini kınayan bir açıklama yayınladı. Bunun böyle sonuçlanacağını tahmin etmek hiç de zor değildi. Uluslararası güçlerin arkasında bulunduğu bir statükoyu BM Güçlerini dozerlerle “iterek” değiştirebileceğini sanmak nasıl bir gaflet ve dalalettir anlamak zordur.
Öyle ki Rusya BMGK açıklamasını veto edebilmek için adeta çırpındı ama bu kadar ahmakça yapılmış bir hamlenin arkasında durmayı sonunda uygun bulmayarak Ukrayna savaşının başlamasıyla “kanlı bıçaklı” hale geldiği ABD, İngiltere gibi devletlerle birlikte Türk tarafını ağır şekilde eleştiren açıklamanın altına imza attı. Oysa Rusya daha on gün önce KKTC’de konsolosluk hizmetleri verecek bir diplomatik birim açma kararı aldığını resmen açıklamıştı. Evet bu KKTC’ye Rusya tarafından diplomatik tanınma bahşedilmesi anlamına gelmiyordu ama kurulduğu günden bu yana kırk yıl geçtiği halde Türkiye’den başka hiçbir devletin tanımadığı bir ülke için önemli bir kazanımdı.
Moskova her ne kadar bu adımını KKTC’de yaşayan 50 bin kadar Rus’a konsolosluk hizmeti götürme gerekliliğiyle açıklasa da gerçekte Rumlara (Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a) bir ders verme arzusu belirgindi. Şöyle ki Rusya ile Batı arasında Ukrayna savaşıyla tetiklenen kapışmada Rumlar, “ortodoks kardeşliğine” hiç tevessül etmeden kendilerini tamamen Batı kampında konumlandırdılar, Erdoğan’dan farklı olarak “denge politikası güdüyoruz” gibi laflarla Rusya’nın yaptırımları delmesi için yardım edip ekonomik açıdan üç beş kuruş kazanmaya çalışmadılar. Hatta Erdoğan’ın İsveç ve Finlandiya’nın NATO’ya üyelik süreçlerini veto etmeye teşebbüse yeltenmesi gibi adımlarla Türkiye’yi Batı kampında iyice sevimsizleştirmesinden de istifade ederek ABD ve Avrupa nezdinde konumlarını daha da pekiştirmeye odaklandılar. Böylece Türkiye beşinci nesil F-35 savaş jeti programından atılırken ve yerine dördüncü nesil F-16’lardan alabilmek için Washington’u ikna etmeye çalışma derekesine düşmüşken, o programın hiç parçası olmamış, bugüne kadar maddi hiçbir külfetine girmemiş Yunanistan F-35 satın alma avantajını elde etti.
İşte Putin şimdi KKTC üzerinden Rumları biraz hizaya getirmeye, onlara bir ders vermeye çalışıyordu. Tabiatıyla bu Türk tarafı için kırk yılda bulunabilecek türden bir fırsattı. İktidara “denge politikamız sonuç veriyor” diye propaganda yapması için de müthiş bir imkân sunuyordu. Ama gelin görün ki “dozerlerle” öyle garip bir hamle yaptılar ki Rusya’nın Batılı ülkelerle birlikte Türk tarafını “uluslararası hukuka göre suç işlediği” uyarısıyla kınamasına yol açtılar.
Hamlenin zamanlaması da sanki Rusya’nın BMGK’da vetosunu Türkiye lehine kullanmaması için seçilmişti. Erdoğan’ın seçim sonrası rotayı Batı’ya kırması üzerine Putin’le ilişkilerinin nasıl gerildiğini geçen haftaki yazımda anlatmıştım. Nitekim Erdoğan Ağustos ayında Türkiye’ye geleceğini duyurmuş olmasına rağmen Rus lider bu davete icabet etmedi, yine AKP liderinin Putin’in ayağına gitmeye hazırlandığına dair iktidar medyasında haberler var. Şimdi bir şekilde Erdoğan, Putin’i yatıştırmayı başarırsa bu BMGK açıklaması da Türk tarafının kendi kalesine attığı bir gol olarak “tabelada” kalacaktır.
BMGK açıklamasında dikkat çekici bir başka ayrıntı ise şu: “BMGK üyeleri, Kıbrıs Türk tarafınca izinsiz inşaat çalışmalarının durdurulmasını ve ekipman ve personelin çekilmesini memnuniyetle karşıladı.” deniyor. Başta Erdoğan olmak üzere Türkiye’nin konuya ilişkin yaptığı tüm açıklamalarda yol inşaatına destek veriliyor, hatta iktidar medyasında sanki yol inşaatı durdurulmamış gibi yayınlar yapılıyor. Oysa inşaatı durdurup dozerleri de geri çekmişler. Zaten başka türlü olsa, gerek Erdoğan’ın gerekse de Dışişleri Bakanlığının açıklamasında “BMGK yanlış bilgi vermektedir, haklı davamızdan dönüş söz konusu değildir, yol inşaatı devam etmektedir” minvalinde tepkiler vermesi gerekirdi. Oysa o konuda sus puslar. Muhtemelen BMGK daha sert bir adım atacaktı, alanda tansiyonu düşürerek bunun önüne geçtiler. Yani bir yandan iç kamuoyuna esip gürlerken, diğer yandan uluslararası arenada daha da zor duruma düşmemek için dozerlere geri vitese takma talimatı göndermişler. Pile’nin Türk muhtarı Kıbrıs basınına yaptığı açıklamada geçici bir uzlaşı sağlandığından bahsederek “yol inşaatında bir noktadan sonra diplomatik görüşme ve istişarelerin yapılacağını” söylemiş.
Erdoğan Pazartesi günü Bakanlar Kurulu toplantısı sonrası düzenlediği basın toplantısında tüm yaşananları tam tersi şekilde anlatarak “BM Barış Gücü askerlerinin KKTC’nin egemenlik alanındaki topraklara yönelik fiziki müdahalesi bizim açımızdan asla kabul edilebilir bir durum değildir” dedi. Bu durumda oradan çekilenin BM Gücü askerleri olması gerekiyordu. Ama esip gürleyip çiti yine “Con’un söylediği” yere çekmekte beis görmedi.
Türk tarafı böyle bir hamleyle neyi hedefliyordu? Bu konuyla ilgili bir kaç teori var. Birine göre bu hareket, bir gün önce ABD’nin Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu uygulamama kararını bir yıl uzatmasına yönelik bir tepkiydi. ABD, 1987 yılından beri yürürlükte olan silah ambargosunu kaldırma kararını ilk olarak 2020’de aldı. Washington Güney Kıbrıs’ın getirdiği bazı şartlara uyması halinde bu kararı her yıl uzatıyor. Bu şartlar “kara para aklamayla mücadele edilmesi ve Rus askeri gemilerine Kıbrıs limanlarına erişim izni verilmemesini” içeriyor. KKTC yetkililerinin bazı açıklamalarının işaret ettiği bir diğer görüşe göre ise Türk tarafı, Güney Kıbrıs hükümetini “tuttuğunu” düşündüğü için BM Barış Gücü’nün varlığından rahatsız. Bu şekilde BM Gücüne gözdağı veriyor. Bunların doğru olduğunu varsaydığımızda bile dozerle yapılan müdahalenin ortaya KKTC için daha avantajlı bir durum yarattığından bahsedemeyiz. Aksine üzerine dozerleri salarak verilen dengesiz görüntü, Yeşil Hat’taki BM Gücünün adada yeni bir çatışma çıkmaması için hayatî bir rol oynadığına dair kanaati güçlendiren bir tesirde bulundu. Arada BM Gücünün olmaması halinde Türk tarafının statükoyu bozmaya dönük “kışkırtmalara” girişebileceği havası verdi. Eğer Türkiye Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün görevine son verilmesini veya yapısının değiştirilmesini gerçekten istiyorsa, Pile yolunda yaşananlardan sonra bu meselede uluslararası arenada destek bulmakta daha da zorlanacaktır.
Aziz Nesin’in meşhur hikayesini hatırlamamak elde değil: Ağa, köylüsü Mehmet’i traktörüne almış yolda giderken bir sığır pisliği görmüşler. Ağa “Eğer onu yersen bu traktörü sana veririm” demiş. Mehmet’e bu cazip gelmiş, hemen atlayıp yemiş, oysa ağa sadece şaka olsun diye söylediğinden Mehmet’in bunu ciddiye alacağını hesap edememiş. Ama mecburen koltuğundan kalkıp aracın anahtarını Mehmet’e vermiş. Köye dönerken ikisinin de canı sıkkınmış. Ağa durduk yere traktörünü kaptırdığı için, Mehmet ise yediği nanenin köyde duyulması halinde kendisiyle nasıl alay edeceklerini düşündüğü için… Mehmet’in aklına bir fikir gelmiş, hemen traktörü durdurmuş ve ağaya “Şu sığır pisliğini yersen traktörü sana geri veririm” demiş. Bu ağanın aklına yatmış ve dediğini yapıp traktörü geri almış. Yola devam ederlerken ağa söylenmiş: “Ula Mehmet, bu traktör köyden çıkarken de benimdi, dönerken de benim… Biz bu b.ku niye yedik?”
Dozerlerle BM güçlerine saldırmadan önce yol inşaatının devamı için BM ile müzakere etmek gerekiyordu, şimdi de… E öyleyse BMGK’dan bu ağır tokatı niye yedik?