Ekonomide yeni bir U dönüşü Erdoğan’ın sonu olabilir

Emekliye, asgari ücretliye, memura uluslararası finansı “uyandırmadan” yüksek maaş artışları vermenin, bütçe açıklarını gizleyerek tasarruf yaptığını iddia etmenin bir yolu yoktur. Aksi takdirde Erdoğan’ın ekonomide bir kez daha yapacağı U dönüşü, son dönüşü olabilir.

ÖMER MURAT 29 Mayıs 2024 HABER ANALİZ

Erdoğan ne yapacağı tahmin edilmesi zor bir siyasi lider değil. Başarısını ispat etmiş formülleri, yeni duruma uyarlamak üzere yaptığı küçük değişiklikler dışında aynen uygular. Bu itibarla Mehmet Şimşek’in yeniden ekonominin başına getirilmesinin, Naci Ağbal’ın ortodoks (makul) politikalar izleneceği havasıyla 2020’de Merkez Bankası Başkanı yapılması formülünün yeni bir versiyonu olduğundan şahsen hiç şüphem yok…

Merkez Bankası Başkanlığı koltuğunda oturduktan sonra dört ayda faizleri yüzde 10,25’ten yüzde 19’a çıkaran Ağbal uluslararası piyasalardan bu havayla 24 milyar dolar kadar para topladıktan sonra birdenbire gönderildi. Erdoğan kritik 2023 seçimleri öncesi faizlerin yüksek tutulmasını riskli buluyordu, Ağbal’ın vaziyeti biraz toparlamasını yeterli buldu, hazinedeki son kırıntılarla, ekonominin hal-i pür-melalini  fazla hissetmemelerini sağlamak üzere halka sahte mutluluklar dağıttığı popülist politikalara yöneldi. Ağbal faizleri yükselttiği gerekçesiyle Mart 2021’de görevden alındığında enflasyon yüzde 16, dolar kuru 7,2 TL’ydi. Bugün Merkez Bankası’nın politika faizi yüzde 50’ye çıkmış durumda, dolar kuru 32,2 TL ve enflasyon ise biraz düşmüş haliyle TÜİK’e göre bile yüzde 70 dolaylarında… Son tahlilde Türkiye ağır bir bedel ödedi ama Erdoğan arada seçimi kazanmış oldu. (Tüm bunlara rağmen Kılıçdaroğlu’nun karşısına aday olarak çıkmasını temin edememiş olsaydı seçimi kaybetme ihtimali de yüksekti.)

Erdoğan o tecrübesinden bir şey öğrendi: Batı finansı hukukun üstünlüğünün ortadan kalkmış olmasını, yolsuzlukların kanser gibi tüm ekonomiyi sarmasını bizâtihi Türkiye’ye yatırım yapmak için engel görmüyordu. Faizlerin yüksek tutulması çok daha önem verdikleri bir kriterdi. Sorun şu ki Batı finansı yediği “Ağbal kazığını” hala unutmadığından formülde esaslı bazı değişiklikler yapılması şarttı.

Nitekim 14-27 Mayıs seçimleri sonrası Mehmet Şimşek’i göreve getirip ortodoks politikalara döndüğünü ilan etti. Velakin Batı finansı bu kez “yemi” hemen yemedi. Merkez Bankası’nın üst üste yükselttiği faizler ve Şimşek “markası” onları 31 Mart öncesi yatırım akışını başlatmaya ikna etmedi. Bu nedenle Erdoğan tam takır hazineyle belediye seçimleri öncesi büyük çaplı popülist politikalar yürütemedi, mesela emeklilere hak ettikleri zammı veremedi ve seçimde ağır bir tokat yedi.

Fakat elinde başka bir formül olmadığı, bir şekilde daha önce işe yaramış formülü başarıya ulaştırması gerektiği için Şimşek’i sabırla koltuğunda tutuyor, başkanlık rejiminde bakanların hukuken bir saray memuru olmaktan öte hiçbir güçleri olmadığı halde ona büyük yetkiler bahşetmiş havası veriyor, sanki hazinedeki asıl delikleri kapatmada uygulanacakmış gibi ona tasarruf genelgeleri açıklatıyor.

Erdoğan’ın muhtemel anayasa referandumu öncesi yürütmesi gerekecek popülist politikalar için acilen yeteri kadar para bulması lazım. Fakat yakın dönemde bir referandum düzenlemeyi öngördüğünü belli edip o yönde somut adımlar atmaya yönelirse Batı finansı 31 Mart öncesindeki tepkisini verebilir, “şu referandum da bir geçsin, ondan sonra bakarız” diyebilir. O nedenle referandum gündemini olabildiğince kısık ateşte pişirirken ekonomide ortodoks politikalara dönüldüğü havasını davul zurnayla duyuruyor.

Türkiye’den (Mehmet Şimşek’ten) neredeyse bir senedir duymak istediklerini duyan ve Merkez Bankası’nın faiz oranlarını enflasyon oranına yaklaştırmasından memnun olan Batı finansı “yüksek kâr” kokusunun cazibesine daha fazla karşı koyamayarak nihayet ürkek de olsa yatırım yapmaya ikna olmuş gözüküyor.

Önde gelen ABD’li yatırım bankalarından Goldman Sachs’a göre Merkez Bankası’nın döviz pozisyonu mart ayından bu yana 49 milyar dolar artarak şimdiye kadarki en keskin yükselişini kaydetti. QNB Finansbank’a göre, Türk varlıklarına portföy girişleri mart sonundan bu yana 25 milyar doları aşarak önceki beş aydaki miktarın neredeyse üç katına ulaştı.

Bununla birlikte “sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi” hesabı Batı finansı henüz uzun vadeli yatırımlar yapmıyor. BNP Paribas gibi uluslararası bankalar yatırımcılarına sadece “yüzde 40 getirisi olan kısa vadeli TL bonolarını” tavsiye ediyor. Yani Batı finansı yüksek faiz getirili kısa vadeli repo türü yatırımlar için geliyor.

Şimşek de bunun farkında fakat Batılı yatırımcıları başka türlü gelmeye ikna edemediğinden, böyle “ayakları alıştığında” uzun vadeli yatırımlar için de geleceklerine inanıyor.

Fakat Batı finansı o aşamaya geçebilmek için bazı şartlar ileri sürüyor. Bloomberg’in konuya ilişkin dün yayınlanan haberine göre bunlar özetle şöyle:

(I) Enflasyonun düşmeye başlaması. Üst üste yapılan bunca faiz artırımlarına rağmen Türkiye dünyada en yüksek enflasyona sahip ülkeler arasında yer almayı sürdürüyor. Enflasyonun bu ay yüzde 75’le zirveye çıktıktan sonra yazdan itibaren düşmeye başlaması bekleniyor.

(II) Kamu harcamalarının dizginlenmesi. Özellikle memur ve emekli maaşlarında, asgari ücretlerinde fazla yükselişler olmaması.

(III) 2018’de “TL’yi istikrarlı tutmak” amacıyla getirilen offshore döviz swapları üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Şimşek tarafından mayıs ayında açıklanan tasarruf genelgesine rağmen hükümetin mali duruşunun hala “açıkça genişlemeci” olduğu tespitini yapmış. Yani sarayın gerçekten tasarrufa başladığını gösteren bir veri henüz ortada yok.

Önümüzdeki 12 ay içinde vadesi dolacak toplam dış borcun Haziran sonu itibariyle 206 milyar dolar olduğuna dikkat çeken Fitch, bunun “Türkiye’yi yatırımcı duyarlılığındaki değişikliklere karşı savunmasız bıraktığını” belirtiyor. Yani Batı finansı iç veya dış nedenden ötürü “âniden ürküp geri çekilirse” bunun Türkiye’ye yüksek bir maliyeti olacaktır.

Erdoğan 3. maddedeki talebi yerine getirirse, popülist politikalara yöneldiğinde (diyelim 2. maddedeki şartı, mesela emekli maaşlarına yüksek bir artış vererek ihlal ettiğinde) yabancı yatırımcılar çok daha hızla ülkeyi terk edebileceği için ekonomi bir anda tepe taklak olacaktır.

Görüldüğü üzere iki tarafın da hamlelerini çok dikkatli şekilde belirledikleri, gerilimi yüksek bir satranç oyunu var. En küçük hesap hatası Batı finansı için ciddi mali zarara, Erdoğan için büyük siyasi bedellere yol açacaktır.

Hukukun üstünlüğü tesis edilmeden Türkiye uzun vadeli yatırımlar için güvenli bir ülke sayılabilir mi? Türkiye uzmanı eski Fransız diplomatı Marc Pierini, Washington’daki önde gelen düşünce kuruluşlarından Carnegie için yazdığı, bu hafta yayınlanan “Türkiye’nin Azalan Uluslararası Rolü” başlıklı makalesinde şöyle diyor: “Yatırımcıların, fon yöneticilerinin ve bankacıların Türkiye’ye olan güvenlerinin yeniden tesis edilebilmesi için güvenilir ve öngörülebilir bir yargıya ihtiyaçları vardır.”

AKP lideri referandum sürecine artık start vermek zorunda olduğuna karar verdiği anda ekonomide popülist politikalara dönmekte hiç tereddüt etmeyecektir. Metropoll gibi muteber anket şirketlerinin son kamuoyu araştırmalarının da açık şekilde gösterdiği gibi aksi takdirde referandumu kazanma ihtimali çok düşüktür.


 

Erdoğan’ın popülist politikalara Şimşek’le mi, Şimşek’siz mi döneceğini, Şimşek’i günah keçisi yapması halinde bunun politik getirisinin, gönderirse ödeyeceği ekonomik bedelden yüksek olup olmayacağı belirleyecektir. Eğer politik getirisini düşük bulursa, Şimşek’e Batı finansını kaçırmadan popülist politikalara dönme vazifesi verebilir. Ama emekliye, asgari ücretliye, memura uluslararası finansı “uyandırmadan” yüksek maaş artışları vermenin, bütçe açıklarını gizleyerek tasarruf yaptığını iddia etmenin bir yolu yoktur.

Erdoğan’ın ekonomide bir kez daha yapacağı U dönüşü, son dönüşü olabilir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com