Erdoğan, İmamoğlu’na yönelik eleştirilere “mal bulmuş mağribi” gibi atladı ama…

AKP liderine soralım: Beraberinde yurtdışına götürdüğün kafileler lüks mağazaları, restoranları hatta gece kulüplerini ziyaret etmiyorlar mı? Fakat Erdoğan her zamanki gibi iğneyi de çuvaldızı da zinhar kendisine değil rakiplerine batırıyor.

ÖMER MURAT 21 Mayıs 2024 HABER ANALİZ

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, İstanbul’un 2027’de Avrupa Oyunları’na ev sahipliği yapmasına ilişkin mutabakat zaptını imzalamak üzere Roma’ya giderken yanında 36 gazetecinin de bulunduğu bir kafile götürmesine ilişkin iktidar ve muhalefet arasında cereyan eden tartışmalar, üzülerek belirtmeliyim ki, Galatasaray-Fenerbahçe derbisi sonrası yaşananlar kadar basit, seviyesiz ve ülke adına utandırıcıdır. Yaşananların, bir tarafı diğerine faik kılan hiç bir yanı yoktur.

Muhtemel cumhurbaşkanlığı adaylığına yönelik idman turları kapsamında, Türk kamuoyuna “dünyada saygın bir siyasetçi” olduğunu göstermeyi önemseyen İmamoğlu Avrupa Oyunları’nın İstanbul’a getirilmesindeki rolünü daha geniş kesimlere duyurmak için böyle bir yöntemi kullanmaya karar vermiş. Bunun “şu konjonktürde” büyük bir hata olduğu aşikâr.

Önce şu soruya cevap arayalım: Erdoğan karşısında siyâsî zekâsını üç seçim zaferiyle ispat etmiş olan İmamoğlu bu kadar bariz bir yanlışa nasıl düştü? Bunun muhtemel cevabı şöyledir: Çünkü “eşeğini sağlam kazığa” bağladığını düşünüyordu. Söz konusu 36 gazeteci sadece CHP’ye yakın veya muhalif isimlerden oluşmuyordu, aralarında iktidar medyasından da pek çok gazeteci vardı. Anlaşılan İmamoğlu kendisine yönelik eleştirilerin sadece “hangi gazetecileri götürdüğü” üzerinden yapılacağını bekliyordu, bu doğrultuda da gardını almıştı. Hatta belki “Biz AKP gibi yapmayız, her kesimi kucaklayıcı bir yaklaşım gösteriyoruz, nitekim iktidarı da muhalefeti de temsil eden yayın organlarından gazetecileri yanımda götürdüm” demeyi planlıyordu.

İmamoğlu Roma gezisiyle ilgili iktidar cenahından yapılacak saldırılara ne kadar hazırlıklıysa muhalif cenahtan gelen eleştirilere o kadar hazırlıksız yakalandı. Erdoğan’ı yıllardır kamu parasıyla yurtdışına götürdüğü geniş heyetlerden, özellikle de yandaş gazeteci ordusundan dolayı haklı olarak eleştiren gazeteciler, şu ekonomik kriz ortamında İmamoğlu’nun verdiği bu görüntüyü de yine haklı olarak tasvip etmediklerini belirttiler.

Erdoğan bu eleştirilere “mal bulmuş mağribi” gibi atladı ama dediğimiz gibi İmamoğlu ondan gelecek saldırılara hazırlıklı olduğu için konuyu doğrular üzerinden değil, kendisine yakışan (ama bir devlet adamına asla yakışmayan) türden “yalan-dolanlarla” gündeme getirdi.

Şöyle ki İmamoğlu’nu “Şu ekonomik kriz ortamında o kadar gazeteciyi neden kamu parasıyla Roma’larda gezdiriyorsun?” diye eleştirse “Yahu neredeyse her dış gezisine bir uçak dolusu adam götüren, yandaş gazeteci kafilelerini yanından hiç eksik etmeyen sen mi bu eleştiriyi yapıyorsun? Ne utanmaz, sıkılmaz adamsın!” tepkisini alacağını gayet iyi biliyordu. İmamoğlu’nun Roma’ya götürdüğü gazetecilerin kimlikleri üzerinden bir eleştiri yapsa, kendi medyasından gazetecilerin de o heyette yer almış olması meselesi gündeme gelecekti.

Erdoğan ve heyetindekiler yıllardır devlet bütçesinden otel konaklaması ve ulaşım dahil belirlenmiş harcırahı aldıkları halde otel ve yol paralarını özel ödenekten ödetmekte, böylece bir dış ziyaret için devletten gayri hukuki şekilde iki ödeme alıp birini ceplerine indirmektedir. Bilmem ki Mehmet Şimşek tasarruf tedbirleri kapsamında Erdoğan’ın bu uygulamasını kaldırabilir mi? Hiç sanmıyorum. Oysa örneğin 10. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer otel ve yol paraları zaten özel ödenekten ödendiği için ayrıca harcırah talebinde bulunmuyordu. Bence hukuken doğru olan, bir devlet adamına yakışan da budur. (Sezer’in başarılı bir cumhurbaşkanlığı yapmış olduğunu düşünmesem de bu bakımdan yiğidi öldürüp, hakkını vermeyi bir vazife addediyorum.)

Yurtdışı gezilerini bu kadar kamu parasını yağmalama aracı olarak kullanan bir siyasetçinin şimdi çıkıp İmamoğlu’nu aynı meseleden dolayı eleştirmeye cüret etmesi ancak “kösele suratlılıkla” açıklanabilir.

İşte tüm bu nedenlerle Erdoğan halkın kafasını karıştırmak için, hadiseyi tamamen çarpıtarak vermeyi tercih etti, meseleyi yurtdışına kamu parasıyla götürülen kalabalık heyet olarak görmek yerine bambaşka bir şekle sokarak şöyle dedi: “Kimse kusura bakmasın belediyelerin görevi kamusal alanda içkiyi özendirici işler yapmak, gazetecileri özel uçaklar tutup şarap festivallerine götürmek değil, insanları alkol belasından uzak tutmaya çalışmak olmalıdır.”

AKP liderine soralım: Beraberinde yurtdışına götürdüğün kafileler lüks mağazaları, restoranları hatta gece kulüplerini ziyaret etmiyorlar mı? Diplomat olarak görev yaptığım dönemde bunlara bizzat şahit oldum. Açıkçası bu tür işleri o insanların özel hayatları olarak görüp üzerinde durmayı gereksiz buluyorum. Anlaşılan Erdoğan öyle düşünmüyor. Fakat her zamanki gibi iğneyi de çuvaldızı da zinhar kendisine değil rakiplerine batırıyor.

Diğer yandan gazetecilerin resmi davetlerde, resepsiyonlarda içki içmesi bu kadar ağır bir cürümse Erdoğan tarafından Batılı başkentlere atanan büyükelçilerin verdikleri yemeklerde, resepsiyonlarda gazetecilere başta şarap olmak üzere çeşitli içkileri servis etmesine ne denecektir?

Bu ve benzeri pek çok soru sorulabilir ama bunların önemi yoktur. Mesele “Halkı nasıl kandırabiliriz? Yandaşlarımıza karşı tarafa hakaret ederken neler söyleyeceğine dair nasıl malzeme verebiliriz?”den ibaret…

Bu nedenle Erdoğan’ın İmamoğlu eleştirisinin hak ettiği karşılık şudur: “Tencere demiş, dibim altın; kaşık demiş, ben neredeyim.”

İmamoğlu, Erdoğan’ın çıkışına “Ekonomi ile uğraşsın” yanıtını vererek konuyu “boş tencereye” getirmeye çalıştı ama kendisini düşürdüğü durumda bu “Tencere dibin kara, seninki benden kara” demekle eşdeğerdi.

Bir siyasetçinin yurdışı ziyaretlerinde beraberinde gazetecileri de götürmesi haddizatında yanlış değildir, Batılı yetkililer de bu uygulamayı yapmaktadır. Kamuoyunun sözkonusu ziyarete ilişkin zamanlı ve ayrıntılı bilgilendirilmesi bakımından faydalıdır da… Örneğin ABD Başkanları da dış gezilerinde uçaklarında (Air Force One) sınırlı sayıda gazeteciyi de bulundururlar. Fakat bunların kim olacağını seçen kendileri değildir, Beyaz Saray Muhabirleri Derneği her ziyarete kimlerin katılacağını sırayla belirler ve bu gazetecilerin masrafları çalıştıkları medya organları tarafından ödenir.


 

Denebilir ki “Türkiye’de iktidardan bağımsız medya mı kaldı ki, bu tür bir uygulama yapılabilsin.” Bu haklı bir serzeniş olmakla birlikte gazetecilerin ahlâkî üstünlüklerine ve tarafsızlıklarına, hele böyle hak, hukuk tanımayan bir iktidar karşısında gölge düşürmemek adına bundan imtina etmeleri çok daha doğru bir tavır olurdu.

Anlayacağınız Türkiye’de “Tencere tava, hep aynı hava.”

Veya antik Romalıların dediği gibi “Güneşin altında yeni bir şey yok.”

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com