BAE Emiri Nehyan dahi hem Biden’la hem de Harris’le; onların peşi sıra da Trump’la görüştü. Asıl şaşırtıcı gelişme şu: ABD ziyaretinde Biden ve Harris’ten yüz bulamayan Erdoğan neden Trump’la görüşme talebinde bulunmadı? Bu sorunun cevabı...
Erdoğan geniş bir heyetle bu sene de BM Genel Kurulu görüşmelerine katılmak üzere New York’a gitti. ABD medyasında çıkan haberlerde, Başkan Yardımcısı ve Demokrat Parti’nin önümüzdeki kasımda gerçekleşecek seçimlerindeki başkan adayı Kamala Harris’le görüşme talebinde bulunduğu bildirildi.
Bu haber Beştepe ve Dışişleri Bakanlığı tarafından yalanlanmadı.
Neticede Erdoğan ne Harris’le ne de BM Genel Kurulu’na hitaben konuşma sıraları art arda olmasına rağmen Biden’la ayaküstü bile olsa bir görüşme gerçekleştiremedi.
Belki de bunun getirdiği hayal kırıklığıyla ABD Başkanlarının BM Genel Kurulu’na katılan tüm dünya liderlerine geleneksel olarak verdiği, kendisinin de katılıp fotoğraf vermeyi önemsediği yemeğe katılmaktan son anda vazgeçti.
Bunun beklenmedik bir gelişme olduğunu söyleyemeyiz, Biden’la en hafif tabirle yıldızlarının pek barışık olmadığını biliyoruz, Erdoğan çok istemesine rağmen Biden döneminde Washington’a resmi bir ziyarette bulunamadı, İsveç’in NATO üyeliğine koyduğu vetoyu kaldırmasının karşılığında Biden’ın F-16 satışına onay vermesinin yanında bonus olarak ilettiği anlaşılan Beyaz Saray daveti de son anda geri çekildi. Biden’ın kalan aylarında bir ziyaret planlanmamış olduğu için, Erdoğan iktidara geldiğinden bu yana ilk defa bir ABD Başkanı döneminde Beyaz Saray’ı ziyaret edememiş olacak.
Burada asıl şaşırtıcı gelişme Erdoğan’ın Harris’le aynı anda Trump’tan da bir randevu talebinde bulunmamış olmasıdır. Oysa Beyaz Saray’da Demokrat Harris yerine Cumhuriyetçi popülist Trump’ın bulunmasını tercih ettiğini biliyoruz. Biden’dan farklı olarak Trump kendisiyle iletişim kanallarını daha açık tutan bir tutum sergilemişti, pek çok kez telefonla görüşmüşlerdi, hatta onu Beyaz Saray’a da davet etmişti. Erdoğan’ın Türk halkına propagandaya dayanan dış politikası için bu görüşmeler kendisini “dünya lideri” olarak pazarlayabilmek bakımından çok önemli…
Gerçi Biden’dan farklı olarak Trump “Aptal olma!” diye mektup gönderip “Ekonomini mahvederim!” diye Twitter’dan tehdit savurarak Erdoğan’ı tüm dünya kamuoyu önünde apaçık aşağılamıştı. Yine Trump döneminde Cumhuriyetçi Kongre üyelerinin öncülüğünde Erdoğan’a “Suriye’deki askerî harekâtı durdurmazsan malvarlığını açıklarız” tehdidi de yapılmış, bunun üzerine AKP lideri denileni yaparak harekatı durdurmuştu. Hikâyenin bu kısımları iktidar medyasında özellikle görülmediğinden Türk kamuoyu atılan tokatların yeterince farkında olmadı.
Erdoğan medya ve muhalefet üzerindeki kontrolünün verdiği rahatlıkla bu tür dış politika fecaatlerini Türk halkından saklayabileceğini biliyor, o nedenle onun için ABD Başkanıyla vereceği fotoğrafların propaganda değeri hiç bitmediğinden kendisiyle görüşmekten kaçınan bir Demokrat başkan yerine kendisini birkaç kez dünya kamuoyu önünde aşağılamış olsa bile iletişim kanallarını açık tutan popülist bir Cumhuriyetçi’yi her zaman daha fazla tercih ediyor.
İşte bu nedenle şu sorunun cevabını bilmek önem kazanıyor: Biden ve Harris’ten yüz bulamayan Erdoğan neden Trump’la görüşme talebinde bulunmadı? Kafalarda “Muhalif başkan adayıyla görüşme uygulaması var mı?” sorusu oluşabilir. Bunu anlamak için Trump’ın görüşme trafiğine baktığımızda ilginç bir manzarayla karşılaşıyoruz. New York’a bu hafta BM Genel Kurulu’na katılmak için gelen bazı yabancı liderlerin programında Trump’la da görüşmenin yer aldığı görülüyor.
Tespit edebildiğim kadarıyla bu liderler arasında Katar Emiri Şeyh Temim bin Hamed Al Sani, Birleşik Arap Emirlikleri Emiri Muhammed bin Zayid en-Nehyan ve İngiltere Başbakanı Keir Starmer bulunuyor. Demek ki Trump’ın yabancı liderlerle görüşmemek gibi bir tavrı yok.
İkinci ihtimal Trump’ın kazanma ihtimali düşük görüldüğü için Erdoğan’ın Harris’in kaşlarının çatılmasına sebep olacak böyle bir görüşmeden kaçınmış olmasıdır. Ama Trump’ın programında İngiltere Başbakanı’yla görüşmenin bulunması meselenin bu olmadığını gösteren bir gelişmedir. İngiltere, ABD iç siyasetini dünyada en yakından takip eden ülkelerden biridir. Starmer’in kendisiyle görüşmek istemesi, Londra’da Trump’ın kazanma ihtimalinin hiç de düşük görülmediğini ortaya koymaktadır. Nitekim anketlerde Harris ile Trump arasında başa baş bir durum gözükmektedir, ABD seçim sisteminin kendine has özellikleri nedeniyle Hillary Clinton 2016’da 3 milyon daha fazla oy aldığı halde seçimi kaybetmişti, o itibarla bugün Trump’ın kazanma ihtimalinin yüksekliği hiç de yadsınmamalıdır. (Bu ilerleyen haftalarda ayrı bir yazı konusu olacaktır.)
Starmer’in İşçi Partisi Genel Başkanı olduğu ve bu partinin geleneksel olarak ABD’de Demokratlarla daha iyi ilişkiler kurduğu hatırlandığında, İngiltere Başbakanı’nın Demokrat cenahta hoş karşılanmayabileceği riskini göze alarak Trump’la görüşmek istemesi dikkat çekicidir. İlginç olan ise İngiliz İşçi Partisi ile Trumpçı Cumhuriyetçiler arasındaki gerilimin açığa çıkmasına neden olan birkaç gün önceki şu gelişmedir: İngiltere Sınır Güvenliği ve Sığınma Bakanı Angela Eagle Trump’ın göçmen karşıtı söylemleriyle İngiltere’de ırkçıları cesaretlendirdiği şeklinde bir açıklama yaptı, Trump’ın sözcüsü “Sen kimsin ki böyle konuşuyorsun” mealinde sert bir karşılık verdi.
Kalbinin Harris için attığına kuşku olmayan Starmer, Trump’la görüşmeyi gerekli bulurken, kalbi Trump için attığını bildiğimiz Erdoğan bunu neden yapmadı? Bu sorunun cevabı sanırım Erdoğan’ın kendisini Starmer kadar güçlü hissetmemesiyle yakından ilişkili…
Bu son hususu biraz daha iyi anlamamıza neden olan bir gelişme eşzamanlı olarak F-35’lerle ilgili yaşandı. Bu hafta Yunan basınında çıkan haberlerden Biden Yönetimi ile Erdoğan hükümeti arasında Türkiye’nin yeniden F-35 programına dönebilmesi üzerine müzakereler yürütüldüğünü öğrendik; Türkiye o programdan Rusya’dan S-400 füzelerini aldığı için atılmıştı, şimdi S-400’lerin İncirlik Üssü’ne götürülüp ABD askerlerinin müşterek kontrolüyle kullanılması, bunun karşılığında da Türkiye’nin F-35 programına geri dönmesi şeklinde bir plan üzerinde çalışıldığı bildiriliyor. Haberin doğru olduğunu, Ankara’nın alelacele haberi yalanlamasının da bu formülün Rusya’yı kızdırmasından endişe etmesiyle ilişkili olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’nin alamadığı F-35’ler Yunanistan’a satılıyor, Erdoğan’ın adeta Türkiye’nin kendi ayağına sıkması anlamına gelen vahim dış politika hatası sayesinde Yunanistan birdenbire rüyasında görse inanamayacağı bir avantaja kavuşarak hava kuvvetlerinde bizden üstün bir konuma yükselme fırsatını elde etti. Atina’nın bu durumdan ne kadar mutlu olduğunu, F-35 programına dönme ihtimaline dair haberlerden duyduğu rahatsızlık ortaya koyuyor. Bugün iktidar medyası hangi masalı anlatırsa anlatsın, Türkiye’nin F-35 programından atılması, dış politika ve savunma tarihinin en ağır hezimetlerinden biri olarak ders kitaplarında işlenecektir.
Erdoğan için bu hezimetini örtmek öncelikli konularından biri… Biden Yönetiminin görev süresi sona ermeden onları belirli bir anlaşmaya ikna edip edemeyeceğinin yollarını aradığı anlaşılıyor. Bu nedenle Trump’la görüşürse Biden Yönetimiyle zaten “pamuk ipliğinde” olan ilişkilerin zarar görmesinden endişe etmiş olabilir. Bir yandan Putin’den korktuğu için S-400 meselesinde hiçbir geri adım atamıyor, diğer yandan F-35 programına bir şekilde dönülmezse bunun Türkiye için ağır faturasıyla her geçen gün daha fazla yüzleşeceği gerçeği ortada duruyor. Tek umudu Biden Yönetiminin gitmeden önce “insafa gelip” tutumunda bir yumuşamaya gitmesi… Bu hedef doğrultusunda milyonlarca dolar karşılığında Washington’da lobi şirketlerini seferber etmiş durumda…
Erdoğan New York’ta asıl gündeminin Gazze olduğunu söylese de dünya siyasetinin en kritik meselelerinden biri haline gelen o krizin yönetiminde rol oynayabilecek diplomatik güç ve kapasitesi yok… BAE Emiri bu hafta Washington’da hem Biden’la hem de Harris’le görüştü, onların peşi sıra da Trump’la görüşüyor. Gazze krizinde Hamas’la arabuluculuk rolü ise Katar tarafından yürütülüyor ve Katarlı yetkililer de ABD’li muhataplarıyla devamlı temas halinde…
Anlayacağınız, Erdoğan’ın içeride bolca propagandayla parlatıldığı halde dışarıda hiçbir esamesi okunmayan bir başka New York ziyareti oldu. AKP lideri daha New York’ta iken federal savcılık New York Belediye Başkanı Eric Adams hakkında Türk yetkililerden rüşvet aldığına dair iddianameyi mahkemeye sundu, ayrıca polis evine bu sabah ânî bir baskın yaptı, tüm bunların Amerikan medyasında manşet haber olarak verilmesi de ziyaretine ayrıca tuz biber ekti.
Zorlu bir başkanlık kampanyası yürüten Harris, Erdoğan’ın talebini kabul etseydi, o görüşmeden bir ya da iki gün sonra Adams’ın evine iddianameyle ilgili polis baskını gerçekleşmiş olacağı için şimdi ABD medyasında konuyla ilgili haberlerde bu husus da işlenecek ve Harris’i zor durumda bırakabilecekti. Erdoğan’la görüşmekten bu yüzden de kaçınmış olabilir.
Federal savcılığın iddianamesinde Eric Adams’a beş suçlama yöneltiliyor, bu suçlamaların hepsi Türkiye’den (Türk yetkililerinden, işadamlarından, THY’den) Amerikan kanunları ihlal edilerek edindiği menfaatlerle ilişkili. Erdoğan hükümetinin kanun dışına çıkarak işlerini yürütme temayülü bir kez daha ABD ve dünya kamuoyunda gündeme geldi. Bunun Türkiye’nin ve Erdoğan’ın uluslararası imajına yeni bir darbe vuracağından kuşku yok. New York sokaklarında “Erdoğan’ı sevin” diye ışıltılı kamyonetler dolaştırarak güya imajını düzeltmeye çalışan AKP lideri bir kez daha yolsuzluklara batmış yönüyle tüm dünya medyasında arz-ı endam etti. Bu tür kampanyalar yürütmeleri için iktidarın ABD’de lobi firmalarına milyonlarca dolar ödemeler yaptığını biliyoruz.
Oysa şimdi tüm ABD medyasında Türkiye, yangın yönetmeliğine uymayan yeni yaptığı konsolosluk binasının onayını çıkarmak için yetkililere rüşvet verdiği iddia edilen bir ülke olarak işleniyor. New York ABD’nin en büyük şehirleri arasında yer aldığı için haberi belli başlı tüm medya organları en önemli haber olarak veriyor.
Bu haberler de ilginizi çekebilir:
Beş yüz kişilik heyet, yine New York mağazalarında tıka basa doldurdukları poşetlerle kendilerine tahsis edilen iki özel uçakla ülkeye geri döndü. Onları zaten asıl ilgilendirenin ziyaretin bu kısmı olduğuna da pek şüphe yok…