‘Aralık’ isimli yerleştirmesiyle İstanbul’un çatlaklarında dolaşan ressam Sevinç Altan; arkalarda, aralarda, aralıklarda kalanların kentteki izlerini sürüyor. Beyoğlu, Tarlabaşı, Okmeydanı, Kumkapı gibi birçok semtte sokaklara yayarak sürdürdüğü çalışmasıyla Altan; şehrin çatlaklarına, izlerine dokunurken geçmişi de içeren bir şimdide görünmez olanı görünür kılıyor.
İrlandalı yazar James Joyce’un başyapıtı Ulysses’in yayımlanışının 100. yılı, Avrupa’nın on sekiz şehrini kapsayan ‘Ulysses: European Odyssey 2022-2024’ projesiyle kutlanıyor. Atina, Paris, Budapeşte, Berlin, İstanbul ve Dublin’in de aralarında yer aldığı 18 şehirde gerçekleştirilen projenin İstanbul ayağı geçtiğimiz hafta sonlandı. Her bir şehre romandan bir bölüm ve bu bölümle ilintili bir tema belirlenen çalışmada İstanbul’un teması “Birarada var olmak.”
Festivalin İstanbul ayağı sonlanmış olsa da devam eden çalışmalar halen var. Projenin dikkat çeken işlerinden ressam Sevinç Altan’ın ‘Aralık’ isimli yerleştirmeleri, bunlardan…
Beyoğlu, Tarlabaşı, Okmeydanı, Kumkapı gibi birçok semtte sokaklara yayarak sürdürdüğü çalışmasıyla Altan; şehrin çatlaklarına, izlerine, aralıklarına dokunuyor.
Altan; arkalarda, aralarda, aralıklarda kalanların güvencesizler ve göçmenler olduğuna işaret ederken geride bırakılmışı görünür kılıyor, geçmiş ile şimdi arasında bağlar kuruyor: “Zamansal olarak yaklaşmaya çalıştım ben biraradalığa. Geçmişi içinde taşıyan bir şimdide dolaşarak… Kentin çatlakları, kesikleri, çizikleri içeren yüzeyinde yer alan yerleştirmeler bizi başkalarına, başka imkânlara açık kılan aralığa, üstüne ışık düşürülene değil gölgelere bakmaya bir davet.”
Kentin çatlaklarında iz süren Sevinç Altan’la İstanbul’un toplumsal hafızasının barındırdıkları ile ‘sahici bir biraradalık nasıl mümkün?’ü konuştuk.
HATIRLAMA- UNUTMA… BULMAYA DEĞİL ARAMAYA DAİR
2021’de Valide Han’da “Biz kuşları yedik” başlıklı bir çalışma yapmıştınız. Oradaki ‘iz’lerle şimdiki ‘Aralık’ çalışmanız ortak desenler taşıyor, bir sürecin devamıymış gibi bir izlenim veriyor. ‘Aralık’ın önceki işlerinizle bağı nedir?
Hatırlama, unutma hakkında düşünüyordum epeydir. İktidarların güç ilişkileri üreterek neyi görüp görmeyeceğimizi, ne kadarını nasıl göreceğimizi, bazı şeyleri silerek, dışarıda bırakarak düzenlediği üzerine… Bu izlek, Arc Kültür’de “Hayaletler- Müstesna Güzellikler” başlığı altında devam etti.
Valide Han’ın duvarlarına bu görme düzeneğinin dışında, gösterilenle silinen arasında, görmekle görmemek arasında bir belirsizlik alanı oluşturmaya çalışarak, birbirlerinin yanından, içinden geçen, birbirleriyle bağlar kuran izler bırakmıştım.
Tamamlanmaları tahayyül isteyen izlerdi bunlar. Kayıplara, görünmesi istenmeyene, reddedilene dair işaretler veriyorlardı zaman zaman. Sonu olmayan, ucu açık, tamamlanmayan, bulmaya değil aramaya çağıran bir çalışmaydı o da ve kentin sokaklarına da yayarak sürdürmeyi düşünüyordum, İstanbul’un Ulysses’i vesile oldu.
YANA YANA AMA BAŞKA ZAMANLAR YAŞAYAN ALANLAR
Kentin çatlakları, kesikleri, çizikleri içeren yüzeylerine yaptığınız yerleştirmeler için yola nereden çıktınız, nerelere nasıl dokundunuz?
Beyoğlu, Tarlabaşı, Kasımpaşa, Okmeydanı, Kumkapı gibi birçok semtte dolaştık. Kentin merkezinde yer alan birbirine uzak olmayan ama hem kendi içlerinde hem de birbirlerine göre keskin çelişkiler ve benzer ya da farklı zamanlar yaşayan alanlar buralar.
Evim atölyem Galata’da, ayağımı sokağa attığım an ve yerden başladım çalışmaya. İstiklal Caddesi’ni katederek Taksim’e uzandı ilk günkü güzergâh. Uzun zamandır farklı mekânsal dönüşümlerine tanık olduğumuz İstiklal Caddesi, daha geniş alırsak da Beyoğlu, geçmişinden muhalif kültürel niteliklerinden ve toplumsal hareketlerden arındırılmaya, çeşitli kontrol mekanizmalarıyla zapturapt altına alınmaya çalışılıyor.
TOPLUMSAL HAFIZADAN FIRLAYAN SESLER
Ancak en ufak çatlak, yırtık ya da gediği “düzelterek”, boşlukları kendisiyle doldurma gayretleri toplumsal hafızadan fırlayan seslerin ya da hayaletlerin çatlaklardan sızarak dolaşmasına engel olamadı.
Şimdi ise kendilerine göre bir gelecek tahayyülü doğrultusunda geçmişi silme ya da yeniden yazma, düzenleme isteklerinin ucu kaçmış farklı bir şimdiki zaman var sanki. Tüketim ve tüketicilik değerleri üzerinden şekillenen, piyasanın ve güncel olanın bugünü yaşamakta uzlaşılmış biraradalığından söz edebiliriz burada diye düşündüm.
İstiklal Caddesi güzergâhımızın üzerinde AKM, Taksim Camii, Narmanlı Han, Grand Pera gibi restorasyon ya da yapım süreçlerinde de kentsel mücadelelere konu olmuş mekanlar var biliyorsunuz.
Cumartesi Anneleri’nin yarattığı bir kamusal alan olan ama şimdi adeta bir karakola dönüştürülmüş Galatasaray Meydanı, özel günlerde hâlâ zorlanan Taksim Meydanı…
İçleri boşaltılıp neredeyse birer kartpostala dönüştürülmüş bu mekânların içinde bu bilgilerden yoksun, koskoca bir toplumsal hafızadan habersiz bir kalabalık cep telefonlarıyla fotoğraf ve selfi çekerek, gözleri vitrinlerde, alışveriş mekânlarında dolaşıyor.
SANKİ HİÇBİR ŞEY OLMAMIŞ GİBİ
Ulysses İstanbul’un teması ‘biraradalık’… Sizin biraradalıktan anladığınız nedir?
İstiklâl Caddesi, Taksim Meydanı, Gezi Parkı sık sık polis bariyer ve barikatlarıyla kapatılır biliyorsunuz. 9. İstanbul Trans Onur Haftası kapsamında düzenlenen 18 Haziran Translarla Eşitlik Günü’ne denk geldik mesela çalışırken ve Haliç’e kadar her yol kapatıldı yine. Barikatlar kaldırıldığı an ise sanki hiçbir şey olmamış gibi tekrar vitrinlere döndü gözler, alışveriş kaldığı yerden devam etti.
Arkalarda, aralarda, aralıklarda kalanlar güvencesizler, göçmenler ise geleceklerinin belirsizliğinde ayrı zamanlarda yaşıyor. Her kesim kendi ayrı zamanında.
Sadece “şimdi burada”ya odaklanan bu halle, üstü kapatılmış, geride bırakılmış geçmişin izlerini görünür kılmaya, geçmiş ve şimdi arasında bağlar kurmaya çalıştım ben hayaletleri çağırarak. Ben biraradalığı buradan okumaya çalışıyorum.
Diğer dolaştığımız semtlerde de benzer gözlemlerim oldu. Kentin ortasında mesafe olarak uzak olmayan ama hem kendi içlerinde hem de birbirlerine göre keskin çelişkiler ve farklı zamanlar yaşayan yerler…
TARLABAŞI: SUÇLULAŞTIRMA, DAMGALAMA VE KARALAMA
Keskin çizgiler barındıran bu ‘kentsel dönüşüm’ mekânlarında/mahallelerinde dolaşıp, ‘çatlaklara sızarken’ özellikle dikkatinizi çeken şeyler oldu mu mesela?
Tarlabaşı mesela; 2. gün durağımızdı. Dolapdere, Talimhane, Kasımpaşa ile sınırlanan, Taksim Meydanı’na aslında bitişik bir mahalle. Kentsel dönüşüme hedef olmasının başlangıcı 1980 darbesi sonrası aslında. Tarlabaşı Bulvarı’nın açılmasıyla Beyoğlu ile arasındaki organik ilişkisi kesilen Tarlabaşı’nda zaman daha farklı çalışıyor şimdi. Ta o zamanlardan başlayan yıkım süreci “mutenalaşarak” devam ediyor. Proje, yargı kararlarıyla iptal edilse de ‘dinleyen’ olmamıştı. İnsanlar çıkmamak için dirense de zorla tahliye edilmişlerdi evlerinden. Yüzlerce mahalleli acele kamulaştırma kararlarıyla yerinden edilerek göç ettirildi.
TOKİ Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın “Terörün, uyuşturucunun, devlete çarpık bakmanın yuvası” sözleriyle yıkımı meşrulaştırma gayretleri hafızamızda, yıkımın izleri, açtığı yaralar yeni eklenenlerle birlikte hâlâ açık.
“Dönüşüm“ denen şey devletin kolaylıkla denetleyemediği yerlerde gerçekleşiyor. Okmeydanı’nda Tarlabaşı’nda ya da diğer “kentsel dönüşüme“ maruz kalan her yerde gerçekleşen yıkım ve hoyratça, barbarca uygulanan projeler, inşaat ve emlak üzerinden dönen, kentsel toplumsal muhalefeti yerinden edip dağıtarak, yaşam alanlarını üst gelir gruplarına yönelik projelere açarak yürüyen bir ekonomik aklın ürünü. Bunu herkes biliyor artık.
Ancak bunun kolaylıkla gerçekleştirilebilmesi için devreye sokulan “suçlulaştırma, damgalama, karalama“ gibi kamuoyunun rızasını sağlayacak kullanışlı bir meşruiyet mekanizmasının genelde işlediğini görmek iç sızlatıcı. Buna karşı ciddi başkaldırı, örgütlü mücadele alanları da var elbette.
HEYECANLI VE ÖĞRETİCİYDİ
Sokaktaki karşılaşmalarınızdan ne tür tepkiler, geri dönüşler aldınız/alıyorsunuz?
Benim için asıl anlamlı olan sokakların karmaşası içinde farklı karşılaşmalarla geçen çalışma süreciydi. Heyecanlı ve öğreticiydi. Dolaştığımız alanlar hakkında benden çok daha bilgi sahibi Alper’le dolaşmak işi zenginleştirdi. Alper Şen, Artıkişler Video Kolektifi’nden, “İstanbul’un Artığı” isimli görsel araştırma çalışmasını yürüten, bu görsel araştırma sonucunda yapmış olduğu Atık Sözlüğü (2019) belgeseli çeşitli festivallerde gösterilmiş bir arkadaşımız.
Kentsel dönüşüm, çevre, göç, emek, toplumsal mücadele, arşiv ve bellek gibi alanlar üzerine sanatçılar ve akademisyenlerle birlikte Türkiye’de ve yurtdışında sergilenen çeşitli videolar ve atölye çalışmaları var. Ankara’dan İstanbul’a geldiğinde Okmeydanı’da yaşamış bir süre. Yaptığımız işe yansıyan tersane, Tekel direnişleri hakkında hatırlatıcı muhabbetlerimiz oldu sayesinde.
BİRLİKTE KOTARDIK BU İŞİ
Bana yol veren İstanbul’un Ulysses’inin yürütücüsü Gülen Güler’e, Alper’e, Okmeydanı’nda bize bir anlamda ev sahipliği yapan Halil Yetiş’e, sokaklara, Narmanlı’ya kıçını dönüp artık sokakta yatan kedilere de teşekkür borçluyum. Birlikte kotardık bu işi.
Genelde olumlu ama ufak tefek de olsa olumsuz tepkilerle de karşılaştık. Bir esnaf “Burası benim, binama dokundurtmam” diyerek yerleştirmeyi duvardan söküp atarken, bitişiğindeki genç esnaftan “İsler kesat, umarım uğurlu gelirsiniz” cümlesi geldi mesela.
İstanbul’un Ulyssesi’nin birçok etkinliğinin gerçekleştirildiği Yapı Kredi Kültür Merkezi’nin dış cephesine yerleştirdiğimiz kumaş parçası birkaç işgüzarın uyarısı sonucu güvenlik tarafından etkisiz hale getirildi.
İstiklal’de polis engelini ‘sanat sepet’ diyerek atlattık mesela ama ertesi gün bunun Tarlabaşı’nda geçerli olmadığını birbirimize gülümseyerek anladık, birkaç videoyu silmek zorunda kaldı Alper.
Şu anda ıssızlaştırılmış bir halde olan Hazzopulo Pasajı merdivenlerine yerleştirdiğim kırmızı kumaş parçaları genç bir kadını ağlattı. Sonrasında genç kadının Kürt olduğunu, o kumaş parçasının bir yarasına değdiğini öğrendim.
Kumkapı’da Sason ve Köyleri Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği önünde çalışırken bir genç adam beni hatırladı; yıllar önce Sason ve köylerine girmiştim. Böyle beklenmedik karşılaşmalar da oldu.
İŞ BAHANE, MUHABBET ŞAHANE
Merak uyandırdı esasen “Ne yapıyorsunuz, neden yapıyorsunuz?” soruları geldi hep. Anlatmaya çalıştık. Ben hep, “İş bahane muhabbet şahane” derim. Güzel yollar yürüdük, güzel çaylar içtik, güzel muhabbetler kuruldu. Şu an burada gördükleriniz günbegün üstüne eklenenlerle devam edecek belki. Farklı mekânlar, farklı ve beklenmedik ilişki türleri ortaya çıkarıyor, bu çok zenginleştirici. Hepimizi.
ÇATLAKLARI GENİŞLETEREK DARALTILAN ALANLARIMIZI AÇMAK
Gerçek/sahici bir ‘biraradalık’ nasıl mümkün sizce?
Geçmişi, şimdiyi, geleceği birarada düşünmeye, iktidarın bize dayattığı zamanı bozacak farklı zamansal biraradalıklar kurabilmeye ihtiyacımız var. Sokakta, onların inşa ettiği yollarda değil hatta onları bozarak; ara sokaklarda, mahallede dağda taşta dolaşarak, çatlakları genişleterek daraltılan alanlarımızı açmak üzere mücadele etmeye yönelik bir biraradalık. Bedenimize, kimliğimize yönelik saldırılara karşı yanyana. Benim biraradalıktan anladığım bu. Yeter ki izlerin neyin izi olduğunu sezinleyebilelim, izleri içimize doğru sürebilelim.
…
ULYSSES’İN 100. YILI’NDA İSTANBUL’DA ‘BİRARADALIK’
‘ULYSSES European Odyssey’ projesi, geçtiğimiz yıllarda Atina’da “Gençlik, Yurttaşlık ve Demokrasi”, Paris’te “Ölümle Yaratıcı Diyaloğumuz”, Trieste’de “Tarihin Ağırlığı”, Vilnius’ta, “Kentsel Dönüşüm”, Dublin’de “Ev nedir?” temalarıyla düzenlenmişti. Projenin İstanbul ayağının koordinatörü Gülen Güler, sorularımızı yanıtladı.
“Projeyle, 21 yüzyıl Avrupası’nın problemleri ve temalarıyla ilişki kurmaya çalıştıklarını biliyorum” diyen Güler, İstanbul’un teması olan ‘biraradalık’ın çerçevesini nasıl çizdiklerini şöyle anlatıyor:
İSTANBUL’DA ÇOK KATMANLI BİR DURUM VAR
“2019 yılında başlayan ilk toplantılarda İstanbul’a biraradalık teması verilirken, dindar ve seküler kesimlerin birarada yaşaması üzerinden şekillenecek bir çerçeve düşünülmüştü aslında… Ben çerçevenin dindar ve seküler arasına sıkıştırılmasını biraz zayıf buldum açıkçası. Bu şekilde işlemenin İstanbul söz konusu olduğunda yeterli olmayacağını düşündüm.
Bir arada yaşama terbiyesinden söz edeceksek İstanbul’da bir kere, tarih biraradalığı var mesela. Bizans ve Roma var, Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’si var. Biz bunların tümünü bazen tek bir duvarın üstünde bile görebiliyoruz. Yani çok katmanlı bir durum var. Sadece inanç meselesi üzerinden yol almak meseleyi daraltacaktı.”
HANNAH STEVENSON’DAN ‘İSTANBUL’DA BİR GÜN’
Edebiyat sohbetlerinden sergilere, performanstan atölye çalışmalarına ve film gösterimine kadar pek çok etkinliğe ev sahipliği yapan projenin işlerinden bir diğeri de ressam Hannah Stevenson’ın “İstanbul’da Bir Gün” başlıklı sergisi.
21 Haziran’da 44A Sanat Galerisi’nde açılan serginin tüm geliri depremzedelere gidecek.
“James Joyce’un Ulysses’inde olduğu gibi bir gün boyunca İstanbul’da dolaşıp İstanbul’un saatlerini tablolarda betimlemeye çalıştım” diyen Stevenson, kendisini iki şeyin motive ettiğini söylüyor: Biraradalığın çeşitli formları olabileceğini düşünmek ve serginin gelirinin depremzedelere gidecek olması…
İngiltere’den gelen Stevenson, İstanbul’la diyalog kurmaya çalıştığını söylerken eski ve yeninin yan yanalığına işaret ediyor:
“İstanbul’da dolaşmaya sabah 5’te başladım. James Joys’un o 18 saatlik durumunu İstanbul’da hissetmeye çalıştım. Galata Köprüsü’nden geçtim sonra Boğaz’ı dolaştım ve İstanbul’un teması ‘biraradalık’ olduğu için hep o gözle baktığımda bu tablolar ortaya çıktı. Şehirde dolaşırken eski ve yeninin iç içe olduğunu gördüm. Sokaklarda pek çok dil konuşuluyor ve çok çeşitli milliyetlerden insanlar var. Herkes birbiriyle bir şekilde bir uyum halinde aslında… Sadece insanlar da değil kediler köpekler de öyle… Tam da James Joys’un kitabında anlattığı gibi eninde sonunda biraradalık sağlanıyor.”