Milletin kasasına göz kulak olan o memura ne oldu dersiniz? Yanılmadınız... 15 Temmuz 2016’dan sonra malum Kararnamelerden biriyle kamu görevinden ihraç edildi.
Her daim şık ve güler yüzlüydü. Boyu posu yerinde, sesi de dikkat çekiciydi.
Sizinle iletişim kurmasındaki önceliğin ticaret olduğunu düşündürmeyecek bir içtenlikle seslenir, gördüğünde mutlaka selam verirdi. Çalışanları gerekeni yapsa da, sırf hal hatır sormak için odaları dolaşırdı zaman zaman. Hani kişisel gelişim eğitimi almış başarılı bir örnek gösterin denilse, tereddütsüz adını verebilirdiniz ‘prezantabl’ eczacının. Mesele sadece eczacılık okumak ve işinin hakkını vermek değil, daha fazlasıydı onda. İlle müşterisi hep hazır bulunan ilaçtan değil, pek gereksinim duyulmayan herhangi bir üründen de hayatını kazanabileceğini hissettiren bir esnaf kumaşı taşıyordu.
Çok sık uğradığı TRT İzmir Müdürlüğü’ne yeni atanmış genç bir radyocuya da tüm nezaketiyle ‘Hoş geldiniz.’ demiş, iyi dileklerini sunmuştu. Muhataplarında bıraktığı ilk intiba hep olumluydu. Çay, kahve sohbetlerine katılır, halı saha maçlarına gelir, Kurumdaki pek çok kimseyle iş ilişkisinin ötesinde bir arkadaşlık bağı kurardı. Daha doğrusu, ben gelmeden kurmuştu. Sadece yakın görüştüklerinin değil, telefonla arayan herkesin işini onları eczaneye kadar yormadan hallederdi. İlaçları getirir, resmi işlemleri kendisi takip eder, ödeme gereken hallerde asla acele etmezdi. Bu yaklaşımı bir güven de inşa etmişti. Çalışanları gelir, o zamanki uygulama olan sağlık karnesini alır, reçeteyi işler, ilaçları vakitlice ulaştırırdı. Hatta, düzenli ilaç almak durumunda olanların sağlık karneleri genelde eczanede dururdu. Belki gençlikten, o süre zarfında onun iş sahasında pek sık irtibat kurmasak da, orada bulunduğum üç yıl boyunca bir sorun yaşamadık. Zaten, bir problem söz konusu olduğunda öncelikle karşısındakinin haklı olduğu kabulüyle yaklaştığını da belirtmeli. Mesleki çerçevesi farklı olsa da, tatlı dilli bir Kemeraltı esnafı edası hakimdi tavırlarına. Tabii bu halinden rahatsız olmayanlar da yok değildi. Yapmacık bulanlar, ziyaretlerini farklı amaçlara bağlayanlar gibi…
İstanbul’a gideli iki seneyi geçmişti. İş gereği gazeteleri tararken daha önce çalıştığınız bir yerin habere konu olması daha da dikkatinizi çeker. Pek detay yoktu gerçi ama, yazılan da ‘Allah Allah, nasıl olur?’ demeye yeterdi:
Kurumda deprem etkisi yapan olayın, Y.N. Eczanesi sahibi D.B. tarafından organize edildiği, bu kişinin ilaç alınması için kendisine bırakılan TRT çalışanlarının yakınlarına ait karneleri kullanarak, sahte heyet raporları hazırlattığı, sağlam olan kişilerin kanser hastası olarak gösterildiği iddia edildi.
Bizzat tanıdığınız ve nezaketine tanık olduğunuz birinin böyle bir suç işlemiş oluğuna inanmak istemezsiniz önce, yakıştıramazsınız ona. Suç, daha çok hırpani görünümlü, kaba saba insanlara mahsusmuş gibi. Oysa, zamanede takım elbiseli ve kravatlı adamların, şık ve bakımlı kadınların işlediği suçların yanına bile yanaşamaz pek çok olağan şüpheli. Açılan soruşturma derinleşiyor, genişliyor ve onlarca TRT çalışanı da gözaltına alınıyor, sorgulanıyordu.
Belli ki tıkır tıkır işleyen bir sistem kurulmuştu. Rahatlıkla alınabilen, bir müddet elde tutulabilen sağlık karnelerine sahte doktor kaşeleri kullanılarak pahalı kanser ilaçları işleniyordu. Bir kısmı olan bitenden habersizdi TRT çalışanlarının, bir kısmıysa ortaktı kurulan tezgaha. Neticede birkaç milyon lira olmaması gereken bir yere akmıştı. Bu tür organizasyonlar Ankara’da bir müfettişe rüyasında bildirilmezse nasıl ortaya çıkar?
Suç felsefesi üzerine konuşacak bir birikimim yok, çok şükür deneyimim de… Fakat, özellikle mali konularda suç işleyenler için kendi becerileri kadar, görevlerini hakkıyla yerine getirmeyen görevlilerin ihmalleri ya da dikkatsizlikleri de kıymetlidir.
128 milyar dolarla ilgili ‘dahiyane’ bir fikriniz olsa bile, onu hayata geçirebilmek için görmeyen, duymayan, bilmeyen görevlilere de ihtiyaç duyacağınız aşikar. Nitekim TRT İzmir Müdürlüğü çalışanları üzerine bina edilen bu organizasyon da ‘Teomangiller’den, gören, duyan, bilen bir memurun dikkatiyle açığa çıkar.
Kurum bünyesinde ama farklı bir bölgedeki çalışanların bordrolarıyla ilgili memurumuz, işinin hakkını vermeye çalışanlardandır. Bordroların birinde birkaç aydır devam eden yüksek ilaç bedeli kesintisi dikkatini çeker. Tanıdığı birinin eşi için yazılan bu ilaçlar ciddi bir rahatsızlıkla ilgilidir. Biraz geçmişi tarar, şüphesi derinleşince durumu müdürüne iletir. Söz konusu çalışanın çevresinde küçük bir araştırma yapılınca, eşinin öyle ciddi tedavi gerektirecek bir rahatsızlığı olmadığı anlaşılır. Bunun üzerine Genel Müdürlükten müfettiş istenir ve soruşturma neticesinde mesele mahkemeye intikal eder.
Unutulma hakkını kullanmak isteyecekleri rahatsız etmemek için isim vermeden dava sonunda söz konusu eczacıyla birlikte Kurumdan bazı isimlerin de mahkum edildiğini belirtmekle yetinelim. Hapis ve para cezasının yanı sıra TRT’yle ilişiği kesilmek dahil farklı yaptırımlar uygulanan süreçte, konuyu Ankara’ya ileten müdür terfi alır. Soygunun ortaya çıkmasını sağlayan dikkatli memurumuz bilinmemekten hiç şikayetçi değildir, neticede işini yaptığı kanaatindedir.
Takribi tutar yedi milyon lira… Bugün farklı alanlardaki soygunlarda zikredilen meblağın yanında ne ki, denilebilir. Bir memurun özeni ve iş ahlakı bu kadarını kurtarmışsa, çerçeveyi büyüttüğümüzde nasıl bir sonuç elde edilir acaba? Seçildikten sonra tüyü bitmemiş yetimi unutan siyasilerden ne farkı kalır, kamuya ait bir miktarı küçümseyenlerin?
O günün koşullarında gerekli cezalar verilerek dosya kapatıldı. Peki daha sonrasını merak ediyor musunuz? Milletin kasasına göz kulak olan o memura ne oldu dersiniz? Yanılmadınız… 15 Temmuz 2016’dan sonra malum Kararnamelerden biriyle kamu görevinden ihraç edildi. Değerlerin alt üst olduğu bir ortamda şaşırtıcı değil tabii… Durun, hemen karamsarlığa kapılmayın. Kötülerin cezasını bulduğu, iyilerinse mükafatlandırıldığı mutlu sonları masallardan ezber edenler için belli ki daha bitmemiş yol… O üç elma gökten düşmekte hâlâ…