Türk toplumu ‘’sürtük’’ söylemi üzerinden başlatılan savaşa karşı çıkmazsa korkarım yeni bir tasfiye süreci daha yaşanacak. Bu muhtemelen rejimin son büyük toplumsal savaşı olur. Şayet başarırlarsa 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın yaşadığına benzer bir süreç bizi bekliyor demektir.
Emevilerin zorba valisi Haccac, Irak’a geldiğinde daha ilk hutbede halkı “facir, münafık ve hain” diye niteleyerek aşağılar, sonra da gözlerinin yaşına bakmadan hepsini katledebileceğini söyleyerek tehdit eder. Onun daha ilk günden başlayan bu aşağılayıcı söylemine ses çıkarmayarak, Iraklılar başlarına gelecek zulüm ve katliamlara daha o gün izin vermiş oldular. Zira tiranların aşağılayıcı dili, despotizmin yerleşme sürecinin ilk adımıdır.
Dil düşünceyi, düşünce de aksiyonu belirler. Dil seviyesinde karşı çıkamadığınız söylem, düşünceye dönüşür. Tiranlar, düşüncelerinin tartışılmasına izin vermezler. Mutlak hakikat olarak gördükleri kendi sabit fikirlerini ilk fırsatta pratiğe geçirmekten de çekinmezler. Hatta yalan olduğu açıkça bilinen iddialarından bile şayet yeterince toplumsal tepki oluşmamışsa asla geri adım atmazlar.
Politika toplum adına güç kullanım hakkının belirli bir sınıf ya da kişilere devredilmesini düzenler. Politikacılar aslında toplum adına kullanırlar gücü. Şayet kendilerine teslim edilen hükmetme gücünü halka karşı kullanırlarsa vekalet hakkını kötüye kullandıklarından dolayı meşruiyetlerini kaybederler.
Halkın politikacıları azletme yetkisi olmadığı durumlarda, devlet şiddetine karşı halkın kendisini koruyabilmesi son derece zordur. İster istemez politikacılara tabasbus ederek ya da yöneticilerden uzak durarak kendini korumaya çalışır. Nitekim Haccac, halk tarafından sevilmediği halde uzun yıllar Irak’ı tek başına yönetmiştir. Öldükten sonra bayram yapmışlar ama iktidarda kaldığı sürece de boyun eğmeye devam etmişlerdir.
15 Temmuz’dan sonra iktidarın zulüm süreci önce dilde başlamış; ‘’hain, münafık ve isyancı’’ ilan edilen masum insanların canlarına kastedilmiş, mal ve mülkleri yağmalanmıştır. Hatta bazı din adamları ve valiler, “bunların karıları ve kızları helaldir” diye, içlerindeki vahşi hayvani duyguları tarihin az gördüğü bir hoyratlıkla sokaklarda haykırmıştır. O gün bu lince ses çıkarmayanlar, daha sonraki süreçte işlenen katliam, işkence ve yağmaların da zımnen en büyük destekçileri olmuştur.
Bugün yine benzeri bir durumla karşı karşıyayız. Gezi protestolarına katılan kadınları Cumhurbaşkanı “sürtük” diyerek aşağıladı. Pekâlâ olayları “ne yapabiliriz, elimizden ne gelir” diyerek kenardan seyretmek mümkün. Ancak unutmayalım, despotizm muhaliflerini tek tek imha eder. Tiranların en sevdiği yöntem, bir gruba karşı farklı grupları kullanarak, kendi ellerini kirletmeden yol almaktır. Her ortadan kaldırdığı rakip, despotizmin biraz daha yerleşmesine giden yolu açar. Bundan dolayı Kur’an-ı Kerim, “zalimlere dayanarak iş yapmayı” yasaklar (Hud suresi 13). Çünkü yarın kendisine yardım edeni ya da sessizce bir köşeden seyredeni de zehirleyecektir.
Hitler rejimi tarafından kitapları yakılan yazar Erich Kästner, Nazi iktidarının kuruluşunu, bir kartopuna benzetir. Ona göre daha en başta kartopunun aşağıya doğru yuvarlanışı engellenmeliydi. Gittikçe büyüyen kartopu çığ haline geldikten sonra altına aldığı her şeyi ezmeden durmayacaktır. Nazilerle mücadele için 1933’e kadar beklenmemeliydi. En geç 1928’te Nazilere karşı savaşılmalıydı. Daha sonrası mücadele edebilmek için artık çok geçti. Bunun gerekçesini de Kästner, “Özgürlük mücadelesinin adının vatana ihanet olacağı ana kadar beklenmemeliydi” diyerek açıklar. Hitler 1933’teki Reichstag yangınından sonra muhaliflerini vatan haini ilan ederek tek tek ortadan kaldırır. Artık Almanya ve dünya için çok geç kalınmıştı. 2. Dünya Savaşı’nda yaklaşık 50 milyon kişi öldü; Almanya işgal edildi ve ikiye bölündü.
Türkiye faşizmle mücadele fırsatını kaçırdı. 15 Temmuz artık çok geçti. Zira iktidar istediği kişi ve grupları vatan haini ilan edebilme fırsatını eline geçirmişti. Gezi protestolarına katılan kadınların ‘’sürtük’’ ilan edilmesi, bir sosyal grubun daha tamamen tasfiye edilme sürecinin başlatıldığını gösteriyor. Yeni bir eşikle karşı karşıyayız. İstediği kişiyi tahkir ederek, aşağılama hakkını elde etmek istiyor, iktidar sahipleri. Bir sonraki ve son adım ise İran’daki rejim gibi yukarıdan aşağıya, rahipler, bürokratlar ve muhafızlardan oluşan yeni bir kast sisteminin kurulmasıdır. Tıpkı eski Mısır’da ve tarihteki benzeri tek adam rejimlerinde olduğu gibi.
Rejime karşı çıkanları aşağılamak ve ötekileştirmek için ‘’hain’’ kavramı elde hazır zaten bekliyordu. Kadınlara da ‘’sürtük’’ denilerek, nefret söylemi toplumun her kesimini kuşattı. Böylece iktidar, herkesi ya vatan haini ya da ‘’sürtük’’ diye itham edebilme imkanını ele geçirmiş oldu.
Türk toplumu ‘’sürtük’’ söylemi üzerinden başlatılan savaşa karşı çıkmazsa korkarım yeni bir tasfiye süreci daha yaşanacak. Bu muhtemelen rejimin son büyük toplumsal savaşı olur. Ya ülkeyi tamamen ele geçirecekler ya da geri adım atarak son hamle için biraz daha nefeslenmek isteyeceklerdir. Ancak nefesleri yeter mi işte onu bilemiyorum. Şayet başarırlarsa 2. Dünya Savaşı sonrasında Almanya’nın yaşadığına benzer bir süreç bizi bekliyor demektir.