Erdoğan’a hakaret davaları özür diletmek için bir mafya ritüeli mi?

Bu yeni dönemde bir taraftan mafya devletleşirken, diğer taraftan da devlet mafyalaşmakta ve mafyavari yöntemlere müracaat etmektedir. Öyle ki icra edeni söylenmediğinde bir faaliyetin devlet eliyle mi, mafya eliyle mi icra edildiğini bazen anlamak oldukça zor oluyor.

SELAMİ ER 14 Temmuz 2024 GÖRÜŞ

‘Mafya ile devlet arasındaki tek fark hukuktur’ şeklinde meşhur olmuş bir söz var. Bir açıdan bakıldığında gerçekten de mafya organizasyonları da devlet gibi üyelerinden zorunlu olarak para (vergi/haraç) toplar, silahlı yapılarıyla onların güvenliğini sağladığını iddia eder, kendine özgü kurallar (kanun/racon) oluşturur ve hiyerarşik bir yapıda organizasyonu yönetir.

Sonuç olarak her ikisi de güce ve ekonomiye dayanır.

Devlet ve mafya ilişkileri birçok çalışmaya konu olmuş karmaşık bir mesele. Yeterli ekonomik ve siyasi gücü olmayan küçük bazı ülkelerde adeta mafyanın ülkeye hakim olduğu örnekler var. Bunun yanında Güney Amerika ülkelerinde astronomik uyuşturucu gelirleri nedeniyle devasa ekonomik boyutlara ulaşan ve Amerika’nın baskıları ve müdahalesine rağmen durdurulamayan, satın aldıkları siyasetçiler ve bürokratlarla faaliyetlerine devam eden büyük Kartel organizasyonları da bulunuyor.

İtalya’da ise 2. Dünya Savaşı’nda Amerikan çıkarmasına destek olan mafya organizasyonları, daha sonra devlet içerisinde itibarlı hale gelip komünizme karşı mücadelede derin devlet yapılanmasının (Gladyo) bir parçası olarak devletle birlikte hareket ederek faaliyetlerini sürdürmüşlerdi. Böylece devlet-mafya ilişki düzeyinde bir süre sonra kimin kimi kullandığı tam olarak belli olmayan bir aşamaya gelinmiştir.

Türkiye’de de devlet ile mafya ilişkilerinin, devletin hukuk ile ilişkisine, yani hukuk devletine ne kadar yaklaşıldığına bağlı olarak ters oranlı bir şekilde geliştiği gözlemlemektedir. Örneğin, terör gerekçesiyle hukuktan uzaklaşmanın makul kabul edildiği 90’lı yıllarda on binlerce faili meçhul cinayet işlenmiş ve mafya örgütlenmeleri muteber kabul edilerek her yerde cirit atar hale gelmişti. O dönemlerde basit alacaklar için bile mahkeme yerine mafyaya müracaat edilmesi, bu durumun çok bilindik bir göstergesidir.

Yakın zamanda ise şüpheli darbe girişiminden hemen önce ve sonrasında da devlet mafya ilişkilerinde bir hareketlenme olduğu görülüyor. Öyle ki 2000’li yıllarda baskılanan ve birçoğu cezaevine konan mafya babaları itibarlı kişiler kabul edilerek siyasiler tarafından el üstünde tutulmuş ve devlet eliyle yapılması mümkün olmayan kirli işler bunlara yaptırılmış ve yaptırılmaya da devam edilmektedir.

Bu yeni dönemde bir taraftan mafya devletleşirken, diğer taraftan da devlet mafyalaşmakta ve mafyavari yöntemlere müracaat etmektedir. Öyle ki icra edeni söylenmediğinde bir faaliyetin devlet eliyle mi, mafya eliyle mi icra edildiğini bazen anlamak oldukça zor oluyor.

Örneğin, liderine sözlü saldırı veya eleştiri yapılan bir mafyanın bunu yapanı zorla bir yere götürüp özür diletmesi ritüeli, Cumhurbaşkanı’na yönelik her eleştiride devlet organlarınca cumhurbaşkanına hakaretten gözaltı veya tutuklamaya neden olmakta ve eleştiren kişiler özür dilemek zorunda bırakılmaktadırlar. Veya sadece tutuklu/hükümlü yakınlarına iaşelerini temin maksadıyla veya çocuklarına ücretsiz ders anlatarak yardım ettiği için insanlar örgüt üyeliği suçlaması ile tutuklanmakta.

Devlet ile mafya organizasyonunu birbirinden ayıran ‘hukuk’ ya da ‘hukuk devleti’ kavramı ise bir dönem Anayasa Mahkemesi kararlarında özellikle iptal gerekçesi olarak bazen gerekmediği halde sıklıkla tekrar eden, yerleşik hale gelmiş bir tanıma sahip. Mahkemeye göre ‘Anayasanın 2’nci maddesinde yer alan hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup, bunu geliştirerek sürdüren, Anayasaya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık, yasaların üstünde yasa koyucunun da uyması gereken temel hukuk ilkeleri ve Anayasanın bulunduğu bilincinde olan devlettir.’ [1]

Dikkat edilecek olursa tanımda sadece kanunla faaliyetlerini sürdürür denmiyor, bu kanunların da üstünde olan temel hukuk ilkeleri, insan hakları ve Anayasaya referans yapılıyor. Yani bir şeyi kanunla veya kanun hükmünde kararnameyle yapmış olmak ona tek başına hukuki hüviyet kazandırmıyor. Kanun ve uygulamasının temel hukuk ilkeleri, insan hakları ve Anyasaya uygun olması gerekiyor.

Türkiye’deki son 15 yıllık gelişmeler ise hukuk devletinden iyice uzaklaşıldığını, insan haklarının gereksiz bir teferruat olarak görülerek bir kenara bırakıldığını ve bunun giderek artan bir şekilde devam ettiğini göstermektedir. Görünen o ki iktidarın batılı müttefiklere yapılan açıklamaların aksine bu gidişi geriye çevirmek adına ajandasında hiçbir şey de bulunmuyor. Nitekim yeni açıklanan 9. yargı paketinde, kadının soyadı ile ilgili düzenleme hariç tutulursa, ne hukuk devletini sağlama adına ve ne de insan haklarını iyileştirmeye yönelik bir husus bulunmamaka. Tersine örneğin TMSF’ye ‘kayyımlık’ adı altında verilen ve muhalifleri sadece özgürlüklerinden yoksun bırakmayıp, ekonomik olarak da sindirmeyi hedefleyen dolaylı müsadere yetkisinin 5 yıl daha uzatıldığı görülüyor. Bunun dışında yargı paketine konu olması en hafifinden komik görünen hâkim ve savcı yardımcıları mülakatındaki soru sayısı, hakaret suçunda uzlaştırma ve teslim alınmayan araçların durumu gibi hususlar eklenmiş.

Gerçek bir yargı reformu ya da yargı paketinin ele alması gereken konular Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ile hukuksuz olduğu tescil edilmiş uygulamalara son verilmesi, bu doğrultuda yeni düzenlemeler yapılarak AİHM kararlarının uygulanmasına ve siyasi muhalifleri yapılan baskıyı kaldırmaya yönelik adımlar olmalıdır. Bu kapsamda başta Demirtaş ve Kavala olmak üzere tutuklu siyasilerin ve AİHM Yalçınkaya kararına uygun olarak diğer muhaliflerin serbest bırakılması, kayyım atanan belediyelerin iade edilmesi, kayyım atanan veya el konulan mal varlıklarının iadesi, hakız şekilde işinden edilenlerin işe iadesini sağlayacak yönde düzenlemeler öngörülmelidir.

Ne var ki üst üste verilmiş ihlal kararlarına rağmen ne haksız tutuklama ve cezalandırmayı sonlandırmaya ve ne de devam eden hak ihlallerini ortadan kaldırmaya yönelik en ufak bir emare bile görünmüyor. Dahası hukuk devletini sağlamakla, anayasal ilkeleri ve insan haklarını korumakla görevlendirimiş Anayasa Mahkemesi de Yalçınkaya kararının üzerinden 9 ay geçmiş olmasına rağmen sessizliğe gömülmüş durumda. Adalet bakanlığı, Anayasa Mahkemesi ve diğer yargı organları sanki böyle bir karar hiç verilmemiş gibi üç maymunu oynamaya devam ediyor. Sonuç olarak, gerçek anlamda bir hukuka dönüş olmadıkça devlet yetkililerinin mafyavari yöntemler kullanmaya devam edeceği ve mafyanın da devlet koruması ve desteği altında faaliyetlerini sürdüreceği anlaşılıyor.

[1] Anayasa Mahkemesi, 2001/406 E. 2004/20 K. sayılı kararı

WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com