İmamoğlu seçilebilir mi, eğer seçilirse yeni bir Erdoğan olur mu?

Erdoğan, İmamoğlu’ndan korkuyor, bu yüzden onun karşısında olacağı bir seçime çıkmayacak, aday olmasını ne yapıp edip önlemek isteyecektir. Öte yandan İmamoğlu’na dair şüphe uyandıran asıl husus hala cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etmemiş olmasıdır. Çünkü...

ÖMER MURAT 27 Ağustos 2024 HABER ANALİZ

Soru şu: Erdoğan iktidarının sona ermesi için İmamoğlu’nu alternatif görmek doğru bir yaklaşım mıdır? Roma ve Paris gezileri ile Halk TV’nin sahibinin Boğaz’daki villasına izin verilmesi gibi gelişmeler İmamoğlu’nun aslında Erdoğan kumaşında biri olduğunu göstermiyor mu?

Bu soruyu soranlar, İmamoğlu’nun Erdoğan’ın yerine geçme ihtimalini çok yüksek görüyorlar. Oysa ben aynı fikirde değilim. Korkarım ki muhalefet 14 Mayıs’ta köprüden önceki son çıkışı da kaçırdı, yani artık tek adam rejiminden parlamenter rejime nispeten yumuşak bir geçiş ihtimali muhtemelen kalmadı.

On ay sonra gerçekleşen belediye seçimlerindeki sonuç açıkça gösterdi ki 14 Mayıs’ta muhalefet doğru adayla, doğru kampanyayı yürütseydi, Erdoğan’ı fark atarak yenebilir, farkın çok açılması nedeniyle de AKP lideri yenilgiyi kabullenmek zorunda kalabilirdi. Fakat muhalefet bunu yapamadı ve büyük bir fırsatı kaçırdı.

Şu anki duruma baktığımızda İmamoğlu’nun (ve Yavaş’ın) cumhurbaşkanlığına seçilebilme hakkını desteklemek, Erdoğan rejiminin zayıflaması, bu tek adam rejiminin sona ermesi bakımından kritik bir önemi haizdir.

Çünkü Erdoğan, İmamoğlu’ndan korkuyor, bu yüzden onun karşısında olacağı bir seçime çıkmayacak, aday olmasını ne yapıp edip önleyecektir. Fakat AKP lideri bunu göstere göstere yaparsa halkta tepki olacağını bildiği için, yine aynen 14 Mayıs seçimi öncesi Kılıçdaroğlu’yla örtülü bir işbirliği yaparak nasıl İmamoğlu’nu dışlamayı başarmışsa, yine benzer bir oyun kurarak aynı sonuca ulaşmaya, böylece seçimdeki asıl rakibini bertaraf ettiği için halkta oluşacak tepkiyi önlemeye çalışacaktır. Unutmayalım ki Erdoğan daha önce başarıyla uyguladığı taktikleri mutlaka küçük değişikliklerle bir kez daha tatbik eder, yeni maceralara girişmez. Muhalif cenahın hiç değilse bu kez daha uyanık davranarak AKP liderinin bu oyunu bu kadar kolay oynamasına müsaade etmemesi gerekiyor.

Bu itibarla İmamoğlu’na dair kafamda şüphe oluşturan asıl mesele benim için bunlar (Roma, Paris gezileri, Halk TV’nin sahibinin kaçak villası) değil; Güdümlü muhalefet oyununun bir piyonu olmaya hevesli olabileceğine dair bende şüphe uyandıran asıl husus hala cumhurbaşkanlığı adaylığını ilan etmemiş olmasıdır. Çünkü bunu yaparsa Erdoğan’ın kendisini bertaraf etmesi zorlaşacaktır, her şeye rağmen bertaraf etse bile bu halkta AKP liderine yönelik bir tepki oluşturacak, halk bu tür bir hamleyi iradesinin ipotek altına alınması olarak görecektir. Bu nedenle İmamoğlu’nun seçilme hakkının sonuna kadar desteklenmesi önemlidir.

Peki İmamoğlu, yeni bir Erdoğan olur mu?

İmamoğlu’nun seçimi kazanması halinde Erdoğan olması kolay bir süreç değildir. Çünkü İmamoğlu seçilirse bu CHP, merkez sağ ve Kürtlerin oylarıyla gerçekleşecektir. Bu bagajla İmamoğlu, Erdoğan’ın boşalttığı milliyetçi muhafazakar sağ alana gidip yerleşemeyecektir. Bunu yapabilmesi için, mesela dînî cemaatlerle “sıcak” ilişkiler kurması gerekecektir, oysa onlara müsamahalı bir tutum takındığı anlaşılmaya başlandığı anda CHP cenahından tepkilerle yüzleşecektir. Devletin kanatları altında ve finansal desteğiyle büyütülen yarı resmi bir dînî oluşum hüviyetindeki TÜGVA’yı ne yapacaktır? İdeolojiyle iç içe geçmiş bu rant sistemini İmamoğlu’nun devam ettirebilmesi çok zordur. İktidar olduğu halde onların üzerine gitmezse CHP cenahından yükselecek sert tepkilerle nasıl baş edecektir?

Bunları böyle uzatmak mümkündür. İmamoğlu için Erdoğan’ın dükkanını açtığı işlek caddeye, milliyetçi muhafazakar sağın göbeğine oynamak hiç de kolay bir iş değildir. Kaldı ki Erdoğan düştüğü anda muhafazakar sağda yeni liderler ortaya çıkacak, o boşluğu İmamoğlu’nun doldurmasını elleri böğründe beklemeyeceklerdir. İmamoğlu onlarla rekabete girmeye teşebbüs ederse, yani “tahtını” daha sağda bir yerlerde kurmaya kalkarsa, onu o koltuğa oturtan asıl güç olarak kendisini gören CHP tabanının tepki seli altında boğulması da olasıdır.

Yine de İmamoğlu yeteri kadar iktidarda kalırsa, bu açmazları, Erdoğan’ın yaptığı gibi kilit şahsiyetleri ya satın alarak ya da sindirerek kendisine boyun eğdirip çözmeyi başarabilir. Başkanlık sisteminin verdiği otoriter yetkiler böyle bir ihtimali mümkün kılmaktadır. Fakat İmamoğlu’na böyle bir rejimi kurmak için birkaç seçim zaferi daha gerekecektir.

O nedenle, diyelim ki İmamoğlu cumhurbaşkanlığını seçilmeyi başardı, fakat iktidarda iken özellikle hukukun üstünlüğüne dönüş istikametinde adımlar atmaktan kaçındı, bu durumda sonraki seçimde kendisinin bu ikiyüzlülüğü gündeme getirilerek bir kez daha seçilmesinin yeni bir Erdoğan dönemine kapı aralayabileceği tehlikesi barındırdığı o zaman seslendirilebilir. “İmamoğlu seçildi, bu sayede tek adam rejimi sona erdi, fakat İmamoğlu’nda da Erdoğanlaşma temayülleri görülüyor. O yüzden tek adam rejiminin kalıntılarından tümüyle kurtulabilmek için ilk seçimde İmamoğlu’nun değişmesi gerekmektedir.” denilir.

Yeni bir Erdoğan, İmamoğlu gibi bir figürden birdenbire çıkmaz. Erdoğan’ın koltuğundan düşmesi sonrası tek adam rejiminin hiç kesinti yaşamadan sürmesi ancak AKP liderinin kendisine bir veliaht belirlemeyi başarması halinde olabilirdi. Oysa “Damat Berat” operasyonunun büyük bir başarısızlıkla neticelenmesiyle o ihtimal rafa kalkmış gözükmektedir. Erdoğan’ın siyasi (ve belki de fiziki) ömrü, yeni bir veliaht yetiştirebilmeye yetecek kadar uzun olmayacak gibidir.

Diğer yandan, Erdoğan, rejim içerisindeki güçlü konumları nedeniyle doğal veliaht olarak görülen, Hulusi Akar ve Süleyman Soylu gibi isimleri de 14 Mayıs seçimleri sonrası görevlerinden aldı. Tek adam rejiminin hayatiyetini Erdoğan sonrasında da sürdürebilmesi bakımından veliaht sorunu böylece daha da katmerleşmiş oldu.

Şunu kabul edelim ki gökten beyaz atlı bir politikacı inip Türkiye’yi kurtarmayacaktır. Tek adam rejiminden çıkış, artık ancak sancılı bir süreçle mümkündür. Tek adam rejimi Türkiye’nin iyice dibe vurmasına yol açacak, fakat dibe vuran ülkenin yeniden yükselme rampasına sokulması çetrefilli bir mesele olarak Türkiye’ye idare edeceklerin önünde duracaktır. Sadece çökmüş bir ekonomi değil, çökmüş bir hukuk ve demokrasiyle karşı karşıya kalınacaktır. Bu enkazın kaldırılmasının, deprem enkazının kaldırılması kadar zor olduğu kabullenilirse, daha gerçekçi beklentiler içerisinde olunabilir.

Tüm bu nedenlerden ötürü İmamoğlu’nun Erdoğanlaşabileceği meselesi erken bir tartışmadır ve kimin nasıl seslendirdiğine göre bu tartışmayı alevlendirmenin AKP liderinin ekmeğine yağ sürme potansiyeli de bulunmaktadır.

“Yolsuzluklara karşı daha dirayetli bir tutum sergileyen, o tür muhataralı işlerden uzak duran şahsiyetler neden muhalefet içinden çıkmıyor? Erdoğan’ın alternatifi illa da İmamoğlu gibi popülist eğilimleri güçlü biri mi olmak zorunda?” diye soracak olursanız, bu sualin birkaç acı cevabı var.

İlk olarak, demokratik rejimler geldikleri yer itibariyle popülizme boğazına kadar batmış haldedir ve popülizm farklı kalibrede şahsiyetlerin ortaya çıkmasına müsaade etmemektedir. Seçim kazanmak için halka duymak istediklerini büyük yalanlarla söylemek normal kabul edilmektedir. Kendileri zengin, yaşam biçimleri halktan uzak, farklı olduğu halde onlardan biriymiş havası vererek kitleleri yönlendirme tercih ediliyor. (Batıda popülizmin yükselişinin yapısal nedenlerini daha önce farklı yazılarda ele almıştım, burası yeri olmadığı için ayrıntılara girmiyorum.)

İkinci olarak, yozlaşmış rejimlerin güç odakları, dürüst, kabiliyetli, karizmatik liderlerin öne çıkmasını kendi çıkarlarına tehdit görerek önlemektedir. Rahat kontrol altında tutabilecekleri, “söz dinleyen” adamların idareci pozisyonlarına gelmesini sağlamak için onlara her türlü desteği sağlıyorlar. Günümüzde seçimlerde başarılı olabilmek, halkın dikkatini çekebilmek büyük mali kaynaklar ve onunla çoğu zaman doğrudan ilişkili olarak medya desteği gerektiriyor. “Rejimin suyuna giden” adamlar örtülü, açık kampanyalarla parlatılırken dürüst şahsiyetler halka sesini duyurmakta zorluk çekiyorlar. Yolsuzluk çarkına çomak sokabilecek, sistemi reforme edebilecek şahsiyetler önemli siyasi pozisyonlara ya isteseler bile önlerine konulan engelleri aşamadıkları için gelemiyorlar, ya da eğer oralara talip olurlarsa başlarına örülecek çoraplardan endişe edip işin daha başında geri duruyorlar.

Sermaye ve güç odakları arasında büyük bir iç çatışma yaşanmadığı müddetçe, rejimin çarkına çomak sokabilecek şahsiyetlerin iktidara gelme ihtimali düşüktür. Tablo karamsar olsa da Türkiye gibi ülkelerde müesses nizamın çok zayıf olduğu, bu tür kapışmaların sık sık yaşanabileceği de hatırdan çıkarılmamalıdır.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com