Sami Selçuk, 85 yaşındaki emekli bir yargıcın adalet mücadelesini anlattı

"Bu ülkede hak alma özgürlüğü bir masaldır. Çünkü hakkını aramaya kalkışmak, kitaplarda doğru; ancak uygulamada sürünmek demektir!"

KRONOS 19 Ağustos 2024 GÜNDEM

Foto: Depo Photos

Eski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk, mahkemelerde ve Yargıtay hukuk dairelerinden birinde on yıl başkanlık yapmış olan 85 yaşındaki emekli bir yargıcın kiraya verdiği evinin ödemesinin yapılmamasını mahkemeye taşımasıyla yaşadıklarını yazdı.

Evini bir bürokrata kiraya verdiğini, “Üst düzey bürokrat bir karı koca, apartman dairemizde her ay 2.100 lira kira ödeyerek oturmakta. Bu bedel elbette çok gülünç. Ancak buna karşın kira tutarını artırmayı akıllarına hiç getirmemektedirler!?” diyerek emekli bir başka yargıca anlatmasıyla dava sürecinin başladığını yazan Selçuk, iki emekli yargıç arasında geçen diyaloğu şöyle aktardı:

“‘Bu ülkede böyle bir dava kaç yıl sürer, sözde, görünüşte hukuksal, ancak akıl ve çirkin oyunlarla ne kadar sürdürülür sen bilir misin? Böyle bir davada kötü niyetli karşı taraf, sık sık hukuku saptıran bütün oyunları oynayacak, beni sürüm sürüm süründürüp, hem hukuku, hem de benin sinir sistemimi yıpratacak, sağlığımı bozacaktır. Büyük olasılıkla ben ölmeden de, bu dava bitmeyecektir!?’

Nitekim evini boşaltması için bir hukukçu kiracısına karşı dava açmayı düşündüğünü söyleyen sınıf arkadaşına da, o daire başkanının önerisi şu olmuştur: “Sakın dava açma. Duruşmayı uzatmak için bir sürü saçma, gerçek dışı ve duruşma etiğini çiğneyen nedenlerle karşılaşır, kahrolur, yıpranır ve bu yaşlı döneminde çok, ama çok üzülürsün. Bu ülkede hak alma özgürlüğü bir masaldır. Çünkü hakkını aramaya kalkışmak, kitaplarda doğru; ancak uygulamada sürünmek demektir!”

Selçuk, iki deneyimli yargıcın bu diyaloglarını aktırdıktan sonra adalet sisteminde yaşanan sorun için, “Her Allah’ın günü bütün mahkemelerimizde yaşanan, hiç kimsenin üzerinde durmadığı bir gerçektir, bu” diyerek yargıcın dava açmasıyla başına gelenleri anlattı.

Sami Selçuk’un T24’te yayımlanan, “Hukukun gözünde “kesinlikle geçersiz duruşma”ların insanlarımıza yaşattığı çileler-IV” başlıklı yazısının ilgili bölümü şöyle:

Taşrada bulunurken hukuk mahkemelerinde yıllarca hükümler kurmuş, Yargıtay hukuk dairelerinden birinde on yıl başkanlık yapmış olan sınıf arkadaşı emekli 85’lik yargıç, bir gün “Üst düzey bürokrat bir karı koca, apartman dairemizde her ay 2.100 lira kira ödeyerek oturmakta. Bu bedel elbette çok gülünç. Ancak buna karşın kira tutarını artırmayı akıllarına hiç getirmemektedirler!?” diyerek kendisine yakınmıştır.

Hak, hukuk ve adaletten sık sık söz eden, zaman zaman da yeri göğü inleten insanlarımız ve ahlak açısından bu durum, elbette çok üzücü ve utanç verici, her insan açısından elbette çok düşündürücü ve de uyarıcıdır.

Bunu dinleyen meslektaşı, bu davranışın, suçbilimsel (kirimonolojik) açıdan bir tür “ak gömlekli suçu” olduğunu belirterek, neden bir dava açmadığını sormuştur, meslektaşına.

Bunun üzerine o yıllarda yine seksen beş yaşını yaşayan sınıf arkadaşı, sokaktaki insanlarımızın da bildiği şu yanıtı vermiştir: “Bu ülkede böyle bir dava kaç yıl sürer, sözde, görünüşte hukuksal, ancak akıl ve çirkin oyunlarla ne kadar sürdürülür sen bilir misin? Böyle bir davada kötü niyetli karşı taraf, sık sık hukuku saptıran bütün oyunları oynayacak, beni sürüm sürüm süründürüp, hem hukuku, hem de benin sinir sistemimi yıpratacak, sağlığımı bozacaktır. Büyük olasılıkla ben ölmeden de, bu dava bitmeyecektir!?”

Ülkemizde yaşanan hak arama özgürlüğü ve hakkıyla, duruşma gerçeği ve utancıyla ilgili, hemen herkesin yaşadığı bir gerçeği dile getiren bu yanıt, kuşkusuz yargılama hukuku ve duruşmalar açısından çok anlamlı, herkesi düşünmeye zorlayıcı, hakkını arama özgürlüğü ve adalet açısından ise, kuşkusuz çok, ama çok uyarıcıdır.

Her hukukçu için ise, çok üzücü, ancak çok da düşündürücü bir derstir.

Nitekim evini boşaltması için bir hukukçu kiracısına karşı dava açmayı düşündüğünü söyleyen sınıf arkadaşına da, o daire başkanının önerisi şu olmuştur: “Sakın dava açma. Duruşmayı uzatmak için bir sürü saçma, gerçek dışı ve duruşma etiğini çiğneyen nedenlerle karşılaşır, kahrolur, yıpranır ve bu yaşlı döneminde çok, ama çok üzülürsün. Bu ülkede hak alma özgürlüğü bir masaldır. Çünkü hakkını aramaya kalkışmak, kitaplarda doğru; ancak uygulamada sürünmek demektir!”

İşte sizlere, Ayşe teyzeler gibi düşünen, onca yılın deneyimli bir hukukçusunun ülkemizde yaşanan yargılama ve duruşma etkinlikleri ile ilgili görüşleri.

Elbette çok üzücü, ancak her Allah’ın günü bütün mahkemelerimizde yaşanan, hiç kimsenin üzerinde durmadığı bir gerçektir, bu.

YAŞANAN DURUŞMALARDAN BİR ÖRNEK

Ancak o hukukçu, sınıf arkadaşını, meslektaşını dinlememiş, anayasalarla herkesin beynine çakılan o çok çalımlı “hak arama özgürlüğü”ne dayanarak mülkiyeti kendisine ait bir kiralananı boşaltma (tahliye) davası açmış, mahkeme koridorunda duruşmaya, yani “karşılıkla tartışma”nın yaşanacağı mahkeme salonuna çağrılmasını beklemektedir.

Elbette bu dava, stajından 63, bu konuşmadan yaklaşık 2, “Çabuk karar verin. Doğru karar verirseniz on sevap, yanlış karar verirseniz bir sevap kazanırsınız” hadisinden 1.500, “Adaleti ödül beklemeden yerine getirin. Kendi yanlışınız yüzünden mutsuzsanız, suçu Tanrıların üstüne atmayın. Tilkilerin izini sürmeyin!” diyen Solon’dan aşağı yukarı 2.500 yıl sonradır.

Önceki davaların taraflarının, çağrılan duruşma salonuna girip, birkaç dakika içinde çıktıklarını gören davacı yaşlı hukukçu, kendi duruşmasının da aynı akıbeti yaşayacağından kaygı duymakla birlikte yine de Cumhuriyetin yüz birinci yılında duruşma kavramının değişmiş olabileceğini ummaktadır.

Derken, kırk yıl yargılama erkinde kamu davaları açmış, yargılar kurmuş, otuz yıl Yargıtayda ilk mahkemelerce kurulan yargıları denetlemiş, on sekiz yıl Üniversitede suç ve yargılama hukuku dersler vermiş, bu konuda kitaplar yazmış olan davacı, kırk davanın içinde son sıralara yakın olan davasının duruşması için salona çağrılmıştır.

Salona girer girmez, yargıcın arkasında şu özdeyişin (!) yer aldığını görmüştür: “Adalet, MÜLKÜN temelidir.”

İşte, o yaşlı davacının umutsuzluğu, bu çağdışı, bilgisizlik, bilinçsizlik ürünü çeviriyle birlikte başlamıştır, aslında.

Demek, bu ülkede padişahlığa 101 yıl önce son verilmiş; ancak yargılama erkinde yer alan mahkemelerimizin, hukukçularımızın anlayışı, hâlâ Osmanlı’da, yani çağın çok gerisinde kalmış, hiç mi hiç değişmemiş.

Zira gerçekten bilindiği üzere Osmanlı’da sadece günümüzdeki yaklaşık otuza yakın devletin kurulduğu topraklar değil, bir bakıma toplum ve düzen de Osmanlı sultanının mülküydü.

Oysa şimdilerde bu düzen, çoktan tarihe gömülmüştür. Bu düzen, artık bütün ülkelerde yalnızca halkındır. Dolayısıyla bütün dünyada çoktan değişen bu küresel özdeyiş, uygar toplum olduğu iddiasındaki Türkiye Cumhuriyeti’nde günümüzde bile Arapçadaki “El adl-ü essas-ül mülk” sözünün sözcük sözcük çağ dışı bir çevirisidir.

Yazının tamamını okumak için tıklayınız…

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com