Almanya nükleer türbinleri vermedi: Erdoğan’ın denge politikası iflas etti

Erdoğan’ın Ruslarla ortaklaşa yürüttüğü Akkuyu Nükleer Santralı’nın faaliyete geçememesi yüzünden Almanya’dan şikâyet eden açıklamaları bugüne kadar izlediği politikanın ne denli başarısız olduğunun da açıkça bir itirafıdır.

ÖMER MURAT 18 Temmuz 2024 HABER ANALİZ

İktidarın dış politikada yaşadığı yeni bir hezimeti bu kez bizzat Erdoğan’ın ağzından öğrendik. AKP lideri beş uçakla gittiği Washington’daki NATO Zirvesi dönüşü uçakta gazetecilere “Almanya’yla bizim şu anda Akkuyu Nükleer Santrali için gelmesi gereken türbinlerin Alman gümrüğünde bekliyor olması gibi bir sıkıntımız var” dedi.

Bu hadise yerli ve yabancı bazı uzmanların iddialarının aksine Erdoğan’ın Batı ile Rusya arasında ustalıklı bir denge politikası izleyemediğini bir kez daha ortaya koydu. Söz konusu uzmanlar bu iddialarını eleştiriye tahammülü bulunmayan otokratik bir iktidarla aralarını iyi tutmak veya yaranmak için ileri sürmüyorlarsa, başarılı bir denge politikasının nasıl yürütüleceğinden habersiz gözüküyorlar. Bunu öğrenmeye “ne olmadığını” anlayarak başlayabilirler. Onlara yardımcı olmak için başarısız bir denge politikası örneği olarak Erdoğan’ın Türkiye’yi bu çıkmaz sokağa nasıl soktuğunu kısaca özetleyeceğim.

Erdoğan 15 Temmuz sonrası iç siyasette otoriterleşmesine paralel olarak dış siyasette de özellikle Rusya ile daha yakın ilişkiler geliştirmeye yöneldi. Bunun en bariz yansıması S-400 alımı oldu. Akkuyu Nükleer Santrali’nin inşa süreci de Türkiye-Rusya arasındaki yeni yakınlaşmanın bir başka önemli yansımasıydı. Santralin dört reaktörü 2018-2022 yılları arasında inşa edildi. Fakat ABD, S-400 almamasına dair uyarılarını dikkate almayan Erdoğan’ı cezalandırmak üzere Türkiye’yi F-35 programından çıkarınca, AKP lideri “denge politikasında” ilk büyük darbesini aldı.

Erdoğan Batı’yla Türkiye’nin köklü kurumsal ilişkilerini daha fazla bozmadan Putin Rusyasıyla daha derin ilişkilere nasıl gireceğine dair problematiği çözemeden Ukrayna savaşı patlak verdi. Savaş aynı zamanda ekonomik durumu giderek bozulması yüzünden Türkiye’nin Rusya karşısında kendisini zayıf hissettiği bir döneme denk geldi.

Erdoğan Batı ile Rusya arasındaki gerilimin giderek artacak olmasının Putin’le kurduğu yakın ilişkileri devam ettirmesini zorlaştıracağı basit gerçeğini görmek yerine, tarafları birbirine oynayarak, Türkiye’nin stratejik önemini pazarlamak suretiyle krizden kâr devşirmeye odaklı fırsatçı bir siyaset izledi. 14 Mayıs genel seçimleri öncesi Putin’in Türkiye’nin gaz borçlarını ertelemesini sağladı, elde ettiği bu tür ekonomik faydalar karşılığında da Rusya’nın kapsamlı Batı yaptırımlarını delmek için kullandığı üçüncü ülkeler arasında Türkiye’nin de yer almasına izin verdi, ki bu da Türk firmaları için ayrıca bir kazanç kapısının açılması demekti.

Fakat Ukrayna savaşının giderek uzaması, son NATO Zirvesi bildirgesinde de gördüğümüz üzere, Çin’in bile Rusya’ya destek olarak savaşa dolaylı olarak dahil olmasıyla Batı için Rusya karşısında ortak, güçlü bir cephe oluşturmak daha da önem kazandı. Bugün Batı, Ukrayna’ya yapılan saldırının aslında doğrudan kendisine yönelik bir tecavüz olduğunu, nihai tahlilde NATO ve AB gibi Batılı kuruluşların itibar ve bütünlüğünü hedef aldığını düşünüyor, bu nedenle Rusya’ya karşı çok daha aktif bir savunma stratejisi izlemeye hazırlanıyor.

Bu ortamda Erdoğan’ın izlediği ikircikli siyasete Batı’da çok daha şüpheyle bakılıyor. Erdoğan Washington’daki NATO Zirvesi’ne katılmadan bir hafta önce, Çin ve Rusya’nın kurucusu olduğu Şanghay İşbirliği Teşkilatı’nın zirvesine katılıp bu örgütün tam üyesi olmaya çalıştıklarını duyurdu. Bu bakımdan Akkuyu Nükleer Santralı’nın inşasına Batı’da tereddütle yaklaşılması şaşırtıcı değil.

Almanya’nın Akkuyu Nükleer Santrali’nin türbinlerine ihraç izni vermemesi, iki ülke (Almanya-Türkiye) münasebetlerinden ziyade daha genel olarak Batı ile Türkiye arasındaki ilişkilerde giderek artan güvensizlikle ilgili. Erdoğan sadece bu türbinler değil “Türk fırkateynlerinde kullanılan bazı makinelerin” satışında da Berlin’in “sıkıntı çıkardığından” bahsediyor. Batılı ülkeler bu kadar kritik teknik parçaların Rusya’nın eline geçmesinden endişe ediyor. Yıllardan sonra ilk kez Batı ile Rusya arasında bir nükleer savaş çıkabileceği ihtimallerinin konuşulur olduğu bir ortamda bu tür yüksek teknoloji ürünü malzemelerin “güvenilir bulunmayan Türkiye gibi ülkelere” satışında ihtiyaten adı konulmamış kısıtlamalara gidilmesini gerekli buldukları anlaşılıyor.

Nitekim Erdoğan’ın açıklaması sonrası konuya ilişkin basının bilgi talebine Almanya Ekonomi Bakanlığı bu tespiti teyit eden bir yanıt vererek şöyle dedi: “Genel olarak, Almanya’nın bir nükleer santral için yapacağı teslimatlar, sözleşme ortaklarının Rus şirketleri olması halinde AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlarına tabidir.” Yani “Akkuyu’da ortakları Rus şirketi olduğu için Türkiye’ye türbinleri satmıyoruz” diyor.

Batı ile Rusya arasındaki gerilim arttıkça Erdoğan’ın oynamaya çalıştığı “denge politikasını” Türkiye’ye hemen ekonomik çıkarlar sağlayacak şekilde yürütebilmek imkansızlaşıyor. Aksine Batı’nın güvenini kaybetmiş bir Türkiye’nin bu işten daha da zararlı çıkabileceği ihtimali yükseliyor. Öyle ki Rusya’nın tek başına, Batı’dan kritik bazı makineleri, cihazları almadan bir nükleer santral inşa edemeyeceğini öğreniyoruz. Bu, Türkiye’nin Rusya’yla “kârlı” ilişkiler yürütebilmesinin ancak Batıyla ilişkilerini bozmadan gerçekleşebileceğinin güzel bir örneği. Erdoğan’ın Ruslarla ortaklaşa yürüttüğü Akkuyu Nükleer Santralı’nın faaliyete geçememesi yüzünden Almanya’dan şikâyet eden açıklamaları bugüne kadar izlediği politikanın ne denli başarısız olduğunun da açıkça bir itirafıdır.

Bu hafta Almanya’nın bu işi nasıl sıkı tuttuğunu gösteren bir başka gelişme daha yaşandı. Bir Alman mahkemesi, Rus-Alman çifte vatandaşlığı bulunan bir işadamını Türkiye ve Hong Konglu (yani Çinli) şirketler üzerinden, Rusya’ya yaptırımları delecek şekilde Alman elektronik malzemelerini sattığı için 6 yıl 9 ay hapse mahkûm etti. İşadamının suçunu itiraf ettiği için düşük ceza aldığı belirtiliyor. Yaptırımları Türkiye üzerinden nasıl deldiğine dair Alman güvenlik makamlarına ayrıntılı bilgiler vermiş olduğundan kimsenin şüphesi bulunmamalı.


 

Sonuç olarak, başarılı bir denge politikası izleyebilmek ancak iki tarafın da güvenine sahipsen ve sen o iki tarafa bağımlı olduğun kadar onlar da sana bağımlıysa mümkündür. Erdoğan döneminde Türkiye’nin Batı’da bu itimada sahip olmadığını ortaya koyan pek çok hadise yaşandı, AKP liderinin Biden döneminde Beyaz Saray’da hiç ağırlanmamış olması bunun en bariz sembolik göstergesi… Diğer yandan Putin’in de 2020’den bu yana “ha bugün, ha yarın” diyerek Türkiye’ye ziyaret yapmaktan kaçındığını görüyoruz, anlaşılan Erdoğan Moskova nezdinde de sanıldığı kadar itimat telkin eden bir lider değil… Türkiye ekonomik açıdan iki tarafa da onların kendisine olduğundan kat be kat daha fazla bağımlı halde…

Atalarımız tüm kifayetsizliğine rağmen kendisini yersiz bir özgüvenle önemli gösterip üstünlük taslayanlara “hem kel hem fodul” derlermiş. Almanya türbinleri vermeyince Erdoğan’ın yine takkesi düştü ve keli göründü.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com