“Yeni FETÖ” iddialarının hedefi İmamoğlu’nun bertaraf edilmesi mi?

Herkesin artık kabullendiği husus Erdoğan gider gitmez rejimin çökeceği ve yeni bir devlet rejiminin kurulmasının zorunluluk haline alacağı… İmamoğlu, Erdoğan sonrasını şekillendirmede CHP’yi ilk kez çok güçlü bir konuma getiriyor. O nedenle...

ÖMER MURAT 05 Haziran 2024 HABER ANALİZ

Bundan tam 21 yıl önceydi, Ankara’da bir vesileyle artık emeklilik yaşlarına gelmiş duayen bir medya yetkilisiyle tanışmıştım, siyaset üzerine konuşurken “Ertuğrul Özkök acayip bir kurttur, Doğan’ın asıl patronu odur, patronunu da yönetir, devleti çok iyi koklar, özellikle neyi ima ettiğine çok dikkat etmek lazım” demişti.

Özkök’ün bugünkü yazısı bana o sözleri hatırlattı. Artık medyanın “amiral gemisinin” başında olmasa da devleti iyi koklamayı sürdürdüğü anlaşılıyor.

Yaklaşık bir aydır bir yandan AKP ile MHP arasında Emniyet teşkilatı özelinde, Sinan Ateş ile Ayhan Bora Kaplan soruşturmaları üzerinden devam eden çatışmayı dışarıya yansıtan gelişmeler yaşanırken diğer yandan iktidarın “Fetö tehdidinin” sürdüğü havasını vermek üzere operasyon üzerine operasyon düzenlediği görülüyor. Her ne kadar propaganda videolarıyla farklı bir hava verilmeye çalışılsa da bu operasyonlarda tutuklananların üniversite öğrencisi veya küçük memurlar gibi sıradan insanlar olduğu görülüyor. Gülen’in öldüğüne dair söylentiler gerçekmiş gibi dolaşıma sokuluyor. Son olarak bu minvalde Müyesser Yıldız imzasıyla ABD’nin Fethullah Gülen’i MİT’e teslim ettiği, hatta uçağının da yolda olduğuna dair asılsız bir haber yayınlandı. İktidar kaynakları kendilerine doğru olup olmadığını soran gazetecilere haberi “mecburen” yalanlasa da Özkök’ün de işaret ettiği gibi haberin devletten sızdırıldığına pek şüphe yok.

Sosyal medyada pek çok kişi “önlerine atılan yumakla” boğuşa dursun burada asıl sorulması gereken iktidarın bununla neyi amaçladığıdır. Bunu bulabilmek için Erdoğan’ın gündemini anlamamız gerekiyor. AKP liderinin “To-Do List’ine” (nelerin yapılmasını gerekli bulduğuna dair listesine) baktığımızda ilk sırada “İmamoğlu tehdidinin bertaraf edilmesi” olduğunu görüyoruz.

Peki “Fetö tehdidinin köpürtülmesiyle” bu hedef arasında nasıl bir bağ olabilir? İktidarın daha önce inandırıcı olup olmamasına bakmayarak İmamoğlu’nu PKK’yla ilişkilendirmeye çalıştığını biliyoruz, AK trollerin propaganda faaliyeti seviyesinde kalmakla birlikte Gülen cemaatiyle ilişkilendirilmeye çalışıldığı örnekler de var. Fakat İmamoğlu’nun 31 Mart’taki ezici seçim zaferinden sonra bu zayıf bahanelerle onu görevden almanın ters tepeceği de aşikâr…

Önceki yazımda başka bir konuyla ilgili belirttiğim gibi Erdoğan daha önce başarıya ulaşmış formüllerin küçük değişikliklerle yeni versiyonlarını uygular. Bu nedenle 14 Mayıs seçimleri öncesinde Erdoğan’ın İmamoğlu’nun adaylığını nasıl bertaraf ettiğini iyi anlarsak şu an ne yapmaya çalıştığını da öngörebiliriz.

Erdoğan, İmamoğlu’nun adaylığını mahkemeler üzerinden engelleyebileceği tehdidini savurdu ama İmamoğlu’nun aday olmasını asıl önleyen o değil CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu oldu. Ankara’da herkesin bildiği sır, İmamoğlu’nun mahkeme sürecinin Erdoğan ve Kılıçdaroğlu arasında koordine edildiğidir. AKP lideri, Kılıçdaroğlu’ndan İmamoğlu’nun aday yapılmayacağına dair bir teminat almadan o süreci ilerletmeye cesaret edemezdi, bunun milletin tepkisine yol açarak sandıkta ters tepeceğinin gayet farkındaydı.

14 Mayıs öncesinde Erdoğan, rejimin muhalefetine “İmamoğlu’nu verin bu iş huzur içinde çözülsün!” dedi, onlar da bir dediğini iki etmediler. Böylece 14 Mayıs virajını “kazasız belasız” geçmeyi başardı ama “İmamoğlu belasından” yine de tamamen kurtulamadı.

31 Mart seçimleri Erdoğan rejimini büyük bir krize soktu. Ülkenin çoğunluğunu teşkil ettiği ortaya çıkan muhalif tabanın beklentileri, CHP’nin rejimin muhalefeti rolünü sürdürmesinin bir nevi intihar etmesi anlamına geleceğini gösteriyor. Oysa Erdoğan, İmamoğlu’nu bertaraf etmek için her zamankinden çok daha fazla onların işbirliğine muhtaç…

Erdoğan CHP’yi böyle bir işbirliğine nasıl zorlayacak? AKP lideri muhalefetin iradesini yokluyor, onu istediği noktaya çekip çekemeyeceğini görmeye çalışıyor. Hakkâri Belediyesi’nin DEM’li başkanı PKK’yla ilişkisi bahanesiyle tutuklandığında yerine kayyım atandı, oysa Antalya Kepez’in CHP’li belediye başkanı teleferik kazası bahanesiyle tutuklandığında kanunlar uygulanarak yerine belediye meclisinin birini seçmesine müsaade edildi. Erdoğan bir yandan büyük şehirlerde özellikle kendisini cezalandırmak için İmamoğlu ve Yavaş’a yönelen Kürt seçmenle CHP’nin kurduğu yeni bağı koparmaya çalışırken diğer yandan İmamoğlu’nun bir mahkeme kararıyla görevden alınması halinde yerine kayyım atanmayacağı mesajı vererek CHP’yi bir anlaşmaya razı etmeye mi çalışıyor?

Muhalif tabanın bu kadar İmamoğlu etrafında kenetlendiği bir ortamda Erdoğan’ın işi bu kez hiç kolay değil… (Bir de Mansur Yavaş meselesi var ki ona sanırım İmamoğlu’ndan kurtulduğunda gelmeyi planlıyor.)

Müyesser Yıldız’ın yazısında “Fetö tehdidinin” neden köpürtüldüğüne dair büyük bir ipucu veriliyor. Gülen iade ediliyorsa o zaman “Fetö’yü” artık bir tehdit olarak göstermeye devam etmek nasıl mümkün olacak? Yazıda buna, Milliyet yazarı Zafer Şahin’in ABD’nin “yeni Fetö projesi” hazırlıklarında olduğu iddiasına atıfta bulunularak cevap veriliyor. Şahin’in yazısına gittiğinizde ise bu “yeni Fetö projesinin” aslında dînî değil seküler bir yapılanma olduğunu öğreniyorsunuz. Kendisine iktidar cenahından fısıldananları birebir aktardığından hiç şüphe duyulmayan bir yazar profili olan Şahin şöyle yazmış: “Yeni FETÖ muhafazakâr ve alnı secdeye değen insan profiline hitap eden bir proje olmayacak. Odak noktasında gençlerin olduğu başka bir sosyolojiyi kendilerine hedef kitle olarak belirlediler bile. Türkiye’nin başına kimi, nasıl bela edeceklerini öğrenmemiz çok zaman almaz.”

Özkök bu ifadeleri (haklı olarak) oldukça ciddiye alıp ne anlama geldiğini şöyle anlatıyor: “Bu haberi fısıldayanlar siyaseti karıştıracak yeni bir planın uygulanacağını anlatmak istiyordu. … Şimdi Fetö’den sonra darbecilikle suçlanacak yeni bir kitle yaratılması planlanıyordu. Yeni Fetö’nün etki alanı İslamcılar ve muhafazakârlar olmayacağına göre kim olacaktı? Tabii ki olağan şüpheli olarak laik kesim…”

Bana göre tüm bunlar Erdoğan’ın CHP’yi yine istediği hizaya getirmek için neyle tehdit ettiğini ortalığa döküyor. “İmamoğlu’nu güzellikle vermezseniz bürokrasideki sizinle irtibatlı laik kesimi tasfiye ederim.” Muhtemeldir ki daha önce de kapalı kapılar ardında aynı tehdidi yapmış ve bu işe yaramıştı.

Şu an MHP’yle İçişleri Bakanlığı üzerinde yaşanan bilek güreşinin bu kapışmanın bir boyutunu oluşturduğuna da şüphe yok gibi… Nitekim Özkök’e “Ankaralı bir gazeteci dostu”, Şahin’in bahsettiği “Yeni Fetö’nün” MHP olabileceği tahmininde bulunmuş. 15 Temmuz rejiminde “Siyasal İslamcı AKP’nin” Cumhur ittifakında sadık bir bendesi rolünü bugüne kadar sorunsuz oynayan MHP’nin bürokrasideki yapılanmasının birdenbire “laik kesim” içerisinde addedilivermesi çok çarpıcı değil mi? Ve bu milliyetçi kesimin şimdi “ABD kontrolünde yeni bir Fetö yapılanması” sayılabileceği ihtimalinin ciddi bulunması…

Emniyet kararnamesinin “Fetöcülere operasyon düzenleyen emniyetçilerin de Fetöcü olabileceği şüphesi” nedeniyle çıkarılamadığına dair söylentilere de bu açıdan baktığınızda acaba bunların “hangi Fetö?” sayıldığı sorusu ortaya çıkıyor; muhafazakâr Fetö mü, seküler Fetö mü?

Laik kesimden, ulusalcılara yakın emekli bir amiral Türker Ertürk’ün “Darbeye karışmadığı halde askerleri ordudan atıyorsunuz. Fetö borsası kurulduğunu, parası olanların, zenginlerin, hem de çok üst düzeyli (olduğu halde) nasıl kurtulduğunu örnekleriyle biliyoruz, şimdi sen bunlar kurtulurken garibanı ne yapacaksın, mesleğinden atacaksın, hatta onların sivil ortamda çalışmasını da engelleyeceksin, bence esas yargılanması gerekenler bu işin başında olanlar, yani siyasiler, diye düşünüyorum” şeklindeki sözleri de “karşılıklı restleşmeleri, tehditleşmeleri” yansıtıyor gibidir.

Bu rejim tamamen bir tek adama bağlı olarak kurgulandı. Sağlık durumunun giderek bozulduğunu artık pek saklayamayan Erdoğan sonrasının kavgası 29 Mayıs sabahı başladı, 31 Mart sonrası şiddetlendi. Herkesin artık kabullendiği husus Erdoğan gider gitmez rejimin çökeceği ve yeni bir devlet rejiminin kurulmasının zorunluluk halini alacağı… Bu bakımdan İmamoğlu gibi bir isim, Erdoğan sonrasını şekillendirmede CHP’yi ilk kez çok güçlü bir konuma getiriyor. O nedenle Erdoğan’ın bu kez “seküler ortaklarını” istediği noktaya getirmesi çok daha zor…


 

Sadece İçişleri Bakanlığı değil Dışişleri Bakanlığı gibi başka kurumlardaki gelişmeler de Erdoğan’ın bürokraside daha önce belli alanlar açtığı seküler kesime, şimdi bazı kritik pozisyonları ellerinden alarak gözdağı verdiğini gösteriyor. Ama 14 Mayıs ve 31 Mart seçimleri herkese olduğu gibi seküler kesime de gösterdi ki seçmenin partilerle bağı çok zayıf, o nedenle liderlere yönelmiş durumda… Yani İmamoğlu’nu feda eden bir CHP’nin sandıkta çökmesi kaçınılmaz.

Erdoğan bildiği formülden şaşmayacağı için önümüzdeki aylarda devletteki kapışmanın iyice sertleşmesini beklemek gerekir.

  • Ömer Murat, Dış Politika ve Siyaset Uzmanı, Eski Diplomat
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com