‘Öldüremeyeceksek delirtelim…’

SELAHATTİN SEVİ 10 Ocak 2019 GÖRÜŞ

Tecrit altında, başlarına geçirilmiş siyah çuvalla oradan oraya sürüklenen üç mahkûmdan Mujica’nın hücresinin kapısı sertçe açılır. Omuzu kalabalık asker kendinden emindir. En zayıf yerinden yaklaşır, “Aileni seviyorsun değil mi” diye başlar söze. Elindeki Merkez Ordu Karargâhından gelen kararı duyurur:

“Bir saldırı durumunda seni öldürmemiz söyleniyor. Artık mahkûm değil rehinsiniz. Sizi öldürme fırsatımız varken öldürmeliydik. Şimdi ise delirteceğiz!”

Ülkeye ihanet etmekle suçladığı mahkûm Mujica ile bir de alay eder:

“Savaşı kaybettiniz. Bir de dünyayı değiştirmek istiyordunuz. Şu halinize bakın bir de…”

Tekrar hücreye atılan Mujica’nin saçları kırpılır, bir emir eri güçlü tazyikle gelen suyu üzerine sıkar.

Birkaç gün önce yaptığımız mutat telefon görüşmelerinde sevgili Doğan Ertuğrul söz etmeseydi daha geç fark edecektim belki 12 Yıllık Gece’yi. Meğer Antalya Film Festivali’ne de gelmiş Uruguay’daki ilk gösterimine denk gelen Ekim ayında.

Yıl 1973, Uruguay askeri dikta ile yönetilmektedir. Bir sonbahar akşamı gizli bir askeri operasyonla alınan üç siyasi mahkûm için 12 yıl sürecek hücre hapsi başlar. Emir kesindir: “Onları öldüremeyeceksek delirtelim.” Bu üç mahkumdan biri Uruguay’ın sonraki yıllardaki mütevazı cumhurbaşkanı Mujica’dır.

Türkiye’nin bütün dünyada cezaevindeki hak ihlalleri ve işkencelerle gündeme geldiği bir dönemde filmin yönetmeni Álvaro Brechner’in, Antalya’da, tecrit cezasının tarihi çok geçmişe dayanan çok ağır bir ceza olduğunu vurguladığını okuyoruz çıkan haberlerde.

Şöyle diyor Brechner: “Birkaç hafta önce Jose Mujica (eski Uruguay Devlet Başkanı) filmi bir kez izledi ve bir daha izlemek istemediğini söyledi. Bu yaşanan olayları film dahi olsa bir daha tecrübe etmek istemedi. Tecrit ölüm cezasından bile daha korkunç bir ceza. Maalesef geçmişe bakıp onunla hesaplaşmak bir zorunluluk ama kimse bu hesapları ödemiyor. Her toplumun bu hesapları kendine sorması gerekiyor. Uruguay’da sadece birkaç askeri personel hapse girdi o kadar. Üstelik Mojica Cumhurbaşkanı olmasına rağmen sadece birkaç askeri personel yargılanabildi.”

Hakkında çok az şey bildiğimiz bu uzak ülke Uruguay demokrasi ve özgürlük mücadelesi hakkında çok şey söylüyor…

Güney Amerika anakarasının güneyinde, nüfusunun yarısı başkent Montevideo’da yaşayan küçük bir ülke Uruguay. Fakat diktatörlükle sınanması, sendikal haklar ve demokrasi için destansı mücadelesi bütün dünya tarafından biliniyor.

Yerlilerin dili Guarani’de “Boyalı Kuşlar Irmağı” anlamına gelen ülke günlük 8 saatlik çalışma süresini dünyada uygulamaya koyan ilk devlet. Kişi başına milli geliri 20 bin doların üzerindeki ülkede yapılan darbelerin karanlık bir tarihi var.

Adı daha çok Galatasaraylı Muslera ile ve Çiftlik Bank’la bütün Türkiye’yi dolandıran Mehmet Aydın’la anılsa da, Uruguay Ermeni Soykırımı’nı 1965’te ilk kabul eden ülke olarak Türkiye kamuoyunun gündemine gelmiş.

Ve 1915’te Anadolu’dan gönderilen Ermenilerin ilk sığındığı liman olmuş Montevideo. Halen 20 binden fazla Ermeni Uruguay topraklarında yaşıyor. 1916’da ilk siyahi oyuncuyu oynatması da o dönem bir özgürlük adası olduğunun kanıtı kimi yorumlara göre.

Filmlere konu olan 1973’teki askeri darbeye liderlik eden eski diktatör Juan Maria Bordaberry 81 yaşında anayasayı ihlalden 30 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

1973 ile 1985 arasında ülkede hüküm süren diktatörlük döneminde işlenen suçların hâkim önüne gelmesinin yolu da bir dönem ağır tecrit ve işkenceler altında ömründen ömür çalınan Başkan José Mujica tarafından açıldı. İlk etapta açılan seksen davada eski polis ve askerler yargılandı.

Dikta döneminde ülkede 40 bin insan tutuklanmış ve işkence görmüş, 200 kişi faili meçhul cinayete kurban gitmişti. (İşkence ve kötü muamelenin insanlık suçu olduğu ve zaman aşımının olmadığını kulak ardı edenler…)

Başkan Mujica başkan olarak geldiğinde işsizliği yüzde 13’lerden yüzde 6’ya düşürdü. Yoksulluk oranı ise yüzde 40’lardan yüzde 8’e geriledi. Eğitim ve sağlık, müzeler, parklar ve plajlar ücretsiz hale geldi.

Üç arkadaşıyla birlikte 12 yıl boyunca işkencenin her türlüsüne göğüs geren yürekli insanlar için o dönemin egemenleri, “Onlarla kimse konuşmamalı. Ülkemize ihanet ettiler. Çok tehlikeliler, ikna edici olabilirler” demişlerdi. Ve onlar hain olarak girdikleri cezaevinden kahraman olarak çıktılar.

Filmden öğrendiğimiz kadarıyla hapishanede birbirleriyle alfabedeki her harfin sırası kadar duvara tıklayarak kısa sözcükler kuran gençler, olgunluk günlerinde de saygın insanlar olarak yaşadılar. Biri yazar, bir diğeri de senatör olarak saygın bir hayat sürdü.

Ve filmdeki o unutulmaz sahne… İki eli kelepçelenmiş Mujica, açık görüşe gelen kızının, “Baba senin neden ellerin yok?” sorusuna bağlı elleriyle kelebek, maymun taklidi yaparak yanıt verir. Fakat onlara esas direnci anneleri verir. Anne öğütlerini yüzüne haykırır ve ‘pembe plastik lazımlığı’ bırakır gider. Haklı olduklarına inandıkları çocukları aklını kaybetmek üzereyken azar şokuyla kendine getirir: “Yalnızca direnmeyi bıraktığında kaybetmiş sayılırsın. Bunun da üstesinden geleceksin ve yaşamaya devam edeceksin. Hiç kimse içindekini ele geçiremeyecek.”

Ondan sonra, rahatlıkla askeri savcının yüzüne, “Evet, burada ölebilirim. O vakit geldiğinde sırtımdaki yükün değerini biliyorum.” diyebilir.

Filmi izledikten sonra Doğan’la bir kez daha konuştuk. O, seriye devam etmiş, Costa Gavras’ın 1972 yapımı Sıkıyönetim’ini de izlemişti. Son seçim döneminde HDP tarafından sosyal medyada kullanılan sahneyi hatırlarsınız. Baskın yapılan üniversiteninin bahçesine yerleştirilen hoparlörlerden yayılan Che Guevara’ya adanmış Carlos Puebla’nın Hasta Siempre (Sonsuza Kadar) şarkısını duyunca avludaki polislerden bir kısmı öğrencileri bırakıp hoparlöre saldırır. Fakat hoparlör biraz yüksekte olduğu için susturmak için akrobatlık yapmak zorunda kalırlar. Hoparlör susturulunca bu kez tam karşı taraftan aynı müzik duyulur. Polisler müziğin geldiği yöne saldırırlar. Bu komedi böyle devam eder.

Hani bazen duyuyoruz veya okuyoruz ya, “Türkiye’de yaşanan zulmlerin şiiri romanı yazılsa, filmi yapılsa” diye. Aslında yapılmışı var: Yazılan, senin hikayen! Mesele dünyadaki mazlumların sesine kulak verebilmekte, başka hak arayışları ve özgürlük mücadeleleriyle özdeşlik kurabilmekte. Çünkü hiçbir şey bizim yaşadıklarımızla başlamadı ve çektiklerimizle bitmeyecek. Demokrasi ve özgürlük mücadelesinin yaşlı gezegenimizin her bir köşesinde şanlı direnişleri oldu. Duruşumuzla ve yaptıklarımızla onların yanında yer alıp alamayacağımızla ilgili her şey.

.

Takip Et Google Haberler
Takip Et Instagram
WP2Social Auto Publish Powered By : XYZScripts.com